Müzik, ses, tını vs. –VIII

Diyarbakır müziği, kendisini oluşturan çok kültürlü yapıların mirasıdır.

Burada müziği belirleyen baskın unsur Kürt ve Ermeni kültürüdür. Şarkıların kökenlerine indiğinizde, yolunuz çoğunlukla bu iki kaynağa ulaşır. Kaynaklardan biri neredeyse kurudu ve geriye tenhalarda söylenen şarkıların silüeti kaldı. Sadece şarkıların değil dillerin, kültürlerlerin ve dinlerin temsilcileri de kalmadı. Kiliseler deseniz, bekçiler tarafında korunan ve müdavimi olmayan turistik mekanlara dönüştüler.

Bu çölleşme, Şeyhmus Diken’in “Gittiler işte” kitabında Ermeni kilisesi bekçisi Anto dayının cümleleriyle çok güzel ifade edilmiş:

“Gittiler işte, hepsi gitti, bir tek ben kaldım geriye. Sahibi de, bekçisi de benim bu kilisenin"

Bu açıdan Kürtçe şarkılar daha şanslıydı; en azından söyleyeni/dinleyeni vardı. Yasak olduğu dönemlerde bile zulada Kürtçe şarkı olurdu ama “vîrân olası hânede evlâd u iyâl” olduğundan, sesi eşe dosta gitmeyecek şekilde usulünce dinlenirdi.

Bu dönemlerin en önemli sesi annemin de gözdesi olan Ayşe Şan’dı. Annem hem dinler, hem de güzel Ayşe Şan okurdu. Daha önce de yazdığım gibi biz “elitler”, bu tarz yerel seslere pek kulak vermezdik. O yüzden Ayşe Şan’ı kendi sesinden çok annemin sesinden bilirdim. En çok söylediği; “Ez Xezalim”, “Le le xivşe”, “Ay dıl” ve o dönem yarı Türkçe, yarı Kürtçe söylenen popüler şarkısı “Sallana sallana”… Can annemin güzel hatırası için Ayşe Şan’dan “Sallana sallana”:

Sadece Diyarbakır’ın değil, bölgenin müzik algısında Şivan Perwer yeni bir başlangıç oldu. Kürtçe müziğin geniş kitlelere ulaşması açısından Şivan öncesi ve Şivan sonrası diye bir tasnif yapmak yanlış olmaz. Bunu Kürtçe müziğin kitleselleşmesi açısından diyorum. Dar bir çevrede olsa bile Mihemed Arif Cizrawi, Mihemed Şêxo, Tahsin Taha, Aram, Şakiro, Karapetê Xaço, Evdalê Zeynikê gibi sanatçılar bilinirdi; ancak Şivan’la Kürtçe milyonlarca insana bir anlamda tebliğ edilmiş oldu. İlk albümünü (kaset) 1975’de “Govenda azadixwazan” ismiyle çıkardı:

Şivan’ın ilk albümleri oldukça politik içeriğe sahiptir. O nedenle kasetler el altından dağıtılırdı. Bir yıl sonra ikinci albümü, “hewalê bar giranım”:

Şivan aslen Urfa Viranşehir’lidir ama aklı/gönlü hep Diyarbakır’da kaldı. Diyarbakır’da görev yaptığımda menejeri Oda’yı ziyarete gelmişti. Kendisiyle “ne yapılabileceği” konusunda sohbet ettik. Şivan Perwer’in en büyük arzusunun Diyarbakır’da konser vermek olduğunu ve bu konuda herkesin desteğini beklediğini söylemişti. Şivan’ı Diyarbakır’la birlikte anlatmamın nedeni onun bu konudaki duygularıdır. Hatta ikinci albümünde yer alan “Ban dikim te Ruha'yê, Diyarbekir pir deng daye” şarkısında Diyarbakır’ı örnek göstererek, Urfa’ya “uykudan uyan” diye sitem eder.

Şivan Perwer’in Avrupa’dan sesini duyurduğu dönemde, Diyarbakır Silvan’dan başka bir ses yükseliyordu. Bu ses, içerden söylemenin doğal bir sonucu olarak politik tonları düşük ama duygusu yüksek stranlar söyleyen Hozan Şiyar’dı. Bir yandan Silvan askerlik şubesinde memuriyet, bir yandan müzik faaliyetleri… Şiyar, müzik tutkusunu sırtında ağır bir yük gibi taşıdı ve yüreği ağzında türkülerini söyledi. Şarkı söylediği mekanların, düğünlerin basılması sıradan bir duruma dönmüştü. “Şirinamîn” gibi bestelerinin çoğu kendisine ait olan şarkıların içtenliği onların kısa sürede çok sevilmesini sağladı:

Hozan Şiyar gibi, şarkı söylerken yüreğini ortaya koyan diğer Silvanlı sanatçı da Beytocan’dır. Onu dinlediğinizde şarkıları yürekle söylemenin ne demek olduğunu anlarsınız. Şarkı söylerken kendisini bu derece duyguların akışına bırakan Beytocan’a Kürtlerin Müslüm babası da denir. Kendi adıma şöyle diyebilirim; eğer Beytocan’ı dinliyorsanız duygularınızın sizi kuşatmasından kaçamazsınız:

Diyarbakır müziğinin bir diğer önemli durağı Süryani asıllı sanatçı ve müthiş bir Diyarbakır tutkunu Bedri Ayseli’dir. Birçok Diyarbakırlı sanatçıda olduğu gibi onun da çıkış noktası Celal Güzelses’tir. Bilinen Diyarbakır türküsü “Suzan Suzi”nin de en iyi icracısıdır. Türkünün hikayesiyle ilgili muhtelif rivayetler var; ancak en fazla benimsenmiş olan Süryanı kız ile Müslüman oğlanın aşkının bir anlamda “kutsal” tarafından reddedilmesi ve cezalandırılmasıdır. Bedri Ayseli’nin yorumunu dinledikten sonra üzerine konuşmak daha iyi olacak:

Farklı dinlere mensup kadın ve erkeğin imkansız aşkına ilişkin türküler, aslında bölgenin birçok iline özgüdür. Aynı çatışma Diyarbakır’da “Suzan Suzi” ile Elazığ’da da “Ahçik” ile yaşanır. Suzan’da bir anlamda toplumun önyargısının hikayeyi biçimlendirdiğini görürsünüz. Benimsenmeyen aşkı ziyaret (yatır) çarpmış olur. “Ahçik” de aynı imkansız aşkı işler ama daha gerçekçi ve daha yaralayıcıdır. Ahçik güzel bir Elazığ (Harput) türküsüdür. Elazığ’a gelince konuşmak üzere, Bedri Ayseli’nin çok iyi yorumladığı “Bir ceket isterem rengi al ola” türküsüyle bu bölüme nokta koyalım:

Gelecek bölümde Diyarbakır’ı tamamlayacağımı umuyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Aslan Arşivi