Ölüm Gerçeği Ve Niyazi Birincioğlu’nun Vefatı - I

Bir televizyon programında, yazmış olduğum “Yeni Belgeler Işığında BEDİÜZZAMAN’IN ESARET YOLCULUĞU” kitabım dolaysıyla değerli tarihçi Mustafa Armağan Bey’le birlikte beni davet etmiş ve keyifli bir program yapmıştık Niyazi Birinc’yle..  “Yavuz Bahadıroğlu”  mahlasıyla (takma adıyla) bilinen tarihçi ve yazar Niyazi Birinci vefat etti.

U bilgiyYavuz Bahadıroğlu, çok değerli eserler bıraktı bu fani dünyada..Bediüzzaman’la ilgili olarak da birkaç eser yazmıştı. Hatta o TV programında Mustafa Armağan: Bak! Şakir Bey, 100 yıldır Bediüzzaman’ın bir yönünü yazdı, siz, bugüne kadar bunları biliyor muydunuz? Şeklinde bir espri de yapmıştı. Niyazi Bey, bir tarihçiydi. Ölüm sularında can çekişmenin arefesinde, kara düşler içinde, kâbusun yerebatan hafakanında bunalan çağımız uygarlığının ötesinde yeni bir ufuk, gelecek için yeni bir ışık tutmaya çalıştığı yazdığı eserlerle…

Bugünkü yazımda, onun ölümü üzerine, insan hayatında bir gerçek olan ölüm olayını işlemek ve bu olayın tatlı yönlerini paylaşmak istiyorum. Ölüm düşüncesi, hayatımızda bizi en çok meşgul eden konulardan başında gelir. Dünya kurulalıdan beri insan, ölüm karşısında şaşkınlığını, üzüntüsünü, korkusunu yenememiştir hiçbir zaman. Ancak hakiki ve samimi bir Müslüman için korkulacak bir şey değildir ölüm. Kişiye, yeni bir hayatın kapılarını ve dünya işlerinin bir tekâmüle, bir olgunlaşmaya doğru yol aldığını sağlayan bir geçiştir ölüm... Pakistan’ın büyük şairi Dr. Muhammed İkbal, hayatta iken çok güzel şiirler söylemişti ki, bunlar içinde ölüm temasını işleyenleri de vardır. Zaten hangi inançlı şairdir vardır ki, ölüm temasını işlememiş olsun. İkbal’in inanmışlığını, inancının güçlü oluşunu ve dinamizmini kanıtlıyor tüm bu güzel şiirler… İnsanlığa birer armağandır aynı zamanda. Kardeşinin, hastalığının ciddileşip ağırlaştığını hissettiği günlerde onu teselli etmek amacıyla söylediği birkaç söz üzerine İkbal’den aldığı cevap çok anlamlı ve her Müslümanın kulağa küpe olacak türden oldukça dokunaklı ve düşündürücüdür. “Sana mümin kişinin en büyük özelliğini anlatayım. Ölüm anı gelince, dudağında tatlı bir tebessüm belirler.”

Doğan her canlı ölüme mahkûmdur ve bu tatlı yolculuğa çıkmak zorundadır. Bu dünya için, “fânî” sözü boşuna kullanılmamıştır her halde... Dünya, adeta insan için iki kapılı bir handan ibarettir. Bir yolcunun, hana gelip bir müddet konakladıktan sonra, handan ayrılması gerektiği gibi, insan da dünyada belirli bir müddet konaklayıp sonra ebedî yurduna göçecektir. Demek ki ölümden kaçış mümkün değildir. Cahit Sıtkı Tarancı bu gerçeği şöyle ifade ederken şöyle kalem oynatır “Otuz Beş Yaş” şiirinde:

N’eylesin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında

Bir namazlık saltanatın olacak.

Taht misali o musalla taşında

İnsan için ebedî hayat mutlaka vardır, ancak bu ebedî hayat, ahiret hayatıdır. Dünyaya gelen göçmek zorundadır. Bu konuda Kutsal Kitabımızda, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde katî bir hüküm vardır o da “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ayetidir. Asıl hayat, ölümden sonra başlar. Yunus Emre:

“Ölümden ne korkarsın

Korkma ebedî varsın”

Derken, buna işaret eder. Pekiyi, bir yakınının ölümü karşısındaki tavrı ne olmalı insan için? Peygamber Efendimiz böyle durumda, insanın metin olması ve dayanma gücü göstermesi gerektiğini söylemiş, saç baş yolmanın, yaka paça yırtmanın, cahiliye âdetinden olduğuna, Müslüman’ın, ölümü de doğum gibi normal karşılaması gerektiğine işaret buyurmuştur. Peygamberimizin Mısırlı Mariye’den doğma oğlu İbrahim, 18 aylık olunca hastalanır. Nihayet bu sevimli ve tatlı çocuk, ruhunu teslim eder ve ebedi âleme göç eder. Sevgili Peygamberimiz, gözleri yaşlı bir şekilde şöyle der: “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Biz, Allah’ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah’ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!”

Peygamber Efendimizin gözyaşlarını gören ashap, bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu hatırlatınca da şöyle buyurur “Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra çağıra feryat ederek dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz gözyaşları, kalpteki sevgi ve acımanın eseridir...”Devam Edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi