Şakir Diclehan yazdı | İki Şairin Tanışıklığı: Sezai Karakoç-Hilmi Yavuz

Anadolu bilgin ve şairlerinin canlandırmaya çalıştıkları idealin ve güçlü bir sanat anlayışının çağımızdaki büyük temsilcilerinden kabul edilen Sezai Karakoç ile Hilmi Yavuz arasındaki tanışıklık ve yakınlaşma, acaba ne şekilde oldu?

Düşünce ve edebiyatta bir atılım yapmadan, insana mutluluk veren yenilikleri izlemeden ve güçlü düşünceler yardımıyla yol almadan, kalıcı bir başarıya ulaşmak mümkün değildir hiçbir zaman... İnanç ve manevi duygular yardımıyla yeni ufuklara doğru yol almaya çalışan bu iki değerli sanatçı, iç içe girmiş düğümleri ya da kördüğümleri çözecek bir hünere sahip olmayı hedef olarak seçmiş, insanın iç dünyasına ayna tutmuş ve gerçekçi bir sanat anlayışı ile duyguları dile getirmek için bir uğraş içinde olmuşlardır...

Biri, yani Hilmi Yavuz Bey Avrupa'yı görmüş ve Avrupa'da yaşamış, diğeri ise, yani Sezai Karakoç Batıyı görmeden her ikisi de Batı ile ilgili en gerçekçi değerlendirmeler ve paylaşımlarda bulunmuşlardır.

Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz Bey’le tanışma ve karşılaşmasını şu şekilde kelime kalıplarına dökerek anlatır: “İstanbul’a geldiğimde gerek liseden tanıdığım, gerek edebiyat alanında görünüşüm sebebiyle beni tanıyan bazı gençler beni görmeye gelmişlerdi. Birkaç defa Aksaray’da, Bulvar’da, Bulvar Çay Salonu’nda buluştuk. Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Onat Kutlar, Hilmi Yavuz, Ülkü Tamer ve arkadaşlarıyla bu gençler ki, bizim hemen arkamızdan gelen kuşağı temsil ediyorlardı edebiyatta. Onat’ı Gaziantep Lisesinden tanıyordum. Bizden üç yıl sonraydı. Çalışkan bir öğrenci olarak kalmıştı hatırımda. Bu görüştüğümüz zaman Hukukta öğrenciydi. Ancak, dersleri ihmal edip, üniversitede ilk kez gözüken öğrenci eylemlerine karıştığı izlenimini almıştım bu görüşmelerde. Ülkü Tamer henüz Kolejde öğrenciydi. Çeviriler getirmişti görmemiz için. T.Wilder’in, otantik adı ‘Dişimizin Zarı’ olan eserini ‘Ramak Kaldı’ adıyla çevirmişti. Adnan Özyalçıner’in o zamanki hikâyeleri, beğendiğim ve edebiyatımızda gelişmesini arzu ettiğim bir türün örnekleriydi. Fakat ne yazık ki sonra değiştirdi tarzını”

Sezai Karakoç’un anlattıklarına bakılırsa, Hilmi Yavuz’un babası ile kendisinin babası Yasin Efendi arasında bir tanışıklık ve ahbaplık olmuştur: “Hilmi Yavuz’un babasıyla babam tanışmıştı Fatih’te. Babam, övgüyle söz etmişti Hilmi Yavuz’un babasından. Bizim o taraflarda, Çermik’te de görev yapmıştı Hilmi’nin babası. Bu yüzdendir ki, Hilmi, sonradan sol grup içinde oldu ama kullandığı imajlar İslami imajlardır, güney-doğu Anadolu’nun İslam’la kaynaşmış görüntüleridir.”

Şimdi de konuyla ilgili olarak sözü Hilmi Yavuz Bey'e bırakalım. O edebi ve güzel üslubuyla Sezai Karakoç'la tanışmasını şu şekilde anlatır: “1952 yılı Haziran ayı başında, bir akşamüzeri Haydarpaşa Garı’ndan hareket eden Kurtalan ekspresi, ertesi gün sabah saat 11.00 sularında Ankara garında durdu. Trenin ikinci mevki yeşil deri döşeli kuşetli kompartmanlarından 15-16 yaşlarında bir lise öğrencisi koşarak indi. Doğruca, Garın büyük giriş kapısının hemen solunda bulunan gazete ve dergi satılan kulübeye yöneldi. İstanbul’dan aceleyle yola koyuldukları için o ayki edebiyat dergilerini almayı ihmal etmişti. Ankara Garı’ndaki kulübeden dergileri alacaktı: ‘Varlık’, ‘Yeditepe’, ‘Kaynak’, ‘Hisar’… Dergileri koltuğunun altına sıkıştırıp trene döndü. Kurtalan’a daha iki günlük yolculukları vardı. Yolculuk boyunca dergileri rahatça okuyabilecekti…

Tren, Ankara’dan Sivas’a doğru ilerlerken, akşamüzeri olmalıydı, sıra ‘Hisar’ dergisine gelmişti. Dergilerde, önce şiirlere bakardı. Bu kez de öyle yaptı. ‘Hisar’daki şiirleri okumaya başladı. O. Fehmi Özçelik, Mustafa Necati Karaer, İlhan Geçer, Mehmet Çınarlı… Bu adları, iyi bir edebiyat okuru olarak biliyordu elbet,- şöyle bir göz attı o şiirlere ve sayfayı çevirdi. Tam sayfa ayrılmış bir şiir çekti dikkatini: Monna Rosa! Sezai Karakoç imzasına o güne kadar da rastladığından pek emin değildi, şiiri okumaya başladı. Şiiri sonuna kadar okudu, sonra başa dönüp tekrar okudu. Kurtalan’a gelinceye dek, elinden düşmedi ‘Hisar’ dergisi. Yeşil döşemeli ikinci sınıf kuşetlide en üst yatağa tırmanıp uzandığında, hep o ilk dizeyi mırıldandı:

Monna Rosa, siyah güller ak güller…

Sezai Karakoç’un kendisiyle tanışmamsa, bundan 4 yıl sonra olmuştur. 1956 yılında biz, Erdal Öz, Onat Kutlar, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Uğur Cankoçak, Ergin Ertem, ‘A’ dergisini yayımlamaya başladıktan sonra, hemen Edip Cansever’le, Turgut Uyar’la, Cemal Süreya ile ilişkiye geçmiş, onların yazı ve şiirleriyle dergimize destek olmalarını istemiştik.

Belleğim beni yanıltmıyorsa 1956 sonbaharı olmalıdır, Cemal Süreya, genellikle karargâh kurduğumuz Aksaray’daki Bulvar Çay Salonu’na çıkageldi. Yalnız değildi, yanında bir arkadaşı da vardı. Arkadaşını tanıttı: Sezai Karakoç!..”

Hilmi Yavuz, o günlerdeki buluşmalarını ve edebiyatçıların bir araya gelişlerini şu çarpıcı tespitlerle dile getirir: “O yıllardan belleğimde kalan, Sezai’yi hep Cemal Süreya ile birlikte gördüğümdür. Cemal’in, Sezai’ye büyük değer verdiğini de gözlemliyorduk elbet. Ben tanık olmadım ama arkadaşlardan dinlediğim, Cemal’in, birkaç kez, Sezai’ye ‘Sezo, senin şiirindeki şu dizeyi bana ödünç verir misin?’ dediğidir. Cemal’in şiirini bilenler, onun Sezai’den ‘ödünç’ aldığı dizeleri bilirler.

Şurası bir gerçektir ki, şair, bilgin, düşünür ve sanatkâra, düşünce ve şiirinin işlevini, yaşadığı ortam kazandırır. Onu, derin düşünmeye farklı davranışa ve kendini ortaya koymaya iten etken de zaten budur.

Keşke hayatta iken bu değerli iki şair, sık sık bir araya gelmiş olsalardı. Bu konuda belli çevrelerin Sezai Karakoç’a atmış oldukları iftira ve yakıştırmanın da neden olduğu anlaşılıyor. Sezai Karakoç’un vefatı üzerine Hilmi Yavuz Bey, yazdığı yazıda, hem üstada rahmet dilemekte ve hem de şu ifadelere yer vermektedir. “Şimdi onunla aşağı yukarı yarım yüzyıldır da görüşmemiş olduğumuzu düşündüm. Onu tanıyan kiminle konuşsam, Sezai’nin kimselerle görüşmek istemediğini işitmişimdir.

Oysa konuşacak o kadar çok şeyimiz vardı ki…

İşte böyle bir dünyada yaşıyoruz… Vâ esefâ.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi