Mehmet Sebih Altun
İnsanlık ve evrensel nitelikleri
İnsanlık yerleşik hayata geçerken bir devrim geçirmişti. Tek başına insanca yaşanmayacağını kim bilir hangi zorluklarla karşılaşınca anlamışlardı. Yaşamları boyunca sadece yaşadıkları sürece yiyecek içecek levazımatını bulmakla meşguldüler. Doğanın bahşettiği mükemmeliyet onlara en büyük lütufkâr bir hediyeydi. Doğanın bütün varlıklarıyla beraber yaşam heyecanına ortak oluyorlardı.
Ve sonra dağıldılar. Dünyanın ne kadar harika bir evren olduğunu anladılar. Dünyada yaşayanların bu evrende varolan herşeyden bir hakları olduğunu düşündüler. Dünyayı bölge bölge ayırdılar. Henüz dünyayı keşfetmeden kendi yaşadıkları bölgeleri keşfetmeyi ve bu bölgeler de kendilerine ayrılan bölgeleri çevirerek '' benim ' diyerek diğer insanlara kapılarını kapattılar. Oysa dünya hepsine yeterdi. Sonra bölgelerini paylaşmayı unuttular. Başka kimseyi istemediler. Hepsi benim deyip çocukça kendilerine pay ettiler.
Yaratıcının bütün insanlığın kullanımına sunduğu dünyayı artık güçlü olanın kullanabileceği bir evrene dönüştürdüler.
Yerleşik hayata evrilme dönemi çok sancılı geçti. Bölgelere ayrılan insanlık zamanla kavimleşti. Kavimler kendilerini ayakta tutacak yasalar çıkardılar. Bu yasaların inançsal boyutu yoktu. Paylaşma olgusunu anlamayan insanlık Yaratıcının müdahale etmesini bekledi. Kendilerinin içinden kavim liderleri çıktı. Bu liderler kendi nefsinin doğrulttuğu yöne doğru kendi halklarını da sürüklediler. Bir kişinin keyfiyeti bir halkın keyfiyetine mazhar olma derecesine ulaştı. Liderler peşinden sürüklediği halkını uçuruma doğru görürse bile onlarda giderlerdi.
Zaman geçtikçe liderlik vasfi yükseldi. Halk bir düşüncenin, bir aklın, bir nefsin, bir insanın peşinden biat ederek yaşamlarına devam ettiler. Bu arada liderlik vasfi o kadar yükseldi ki bu vasıf kişinin kendini egosal Tanrı olarak görmesine sebep oldu. Koca bir insan ordusu bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak söz le yaşıyor, onlarla nefes alıyor, onlarla nefes veriyor, onların keyfi lezzetleri için kendi yaşamlarını hiçe saymaya başladılar. Toplumlar marjinalleşmeye, insanlığa aykırı davranmaya başladılar. Yaratıcı kendisini unutan bu varlığa kendisini hatırlatacak bir elçi göndermeyi uygun bulur ve ayrı ayrı toplumlara ve kavimlere peygamberler gönderir.
Artık insanlık başıboş değildir. Kendi varlık sebebini, neden var olduğunu ve nereden gelip nereye gideceğini algılamaya başlar. Kimisi inanır insanca bir yaşam sürer kimisi de kendi menfaatlerine karşı diye buna inanmak istemez inkâr eder. Böylece iyi-kötü kavramı ortaya çıkar.
Kavimler yaşamlarını sürdürürken sahip olduğu bölgeleri kutsamaya kalkar. Başka bir topluluğun varlığına tahammül edemez hâle gelir. Toplumsal yaşamın sürdüğü yerleşkeler tek toplum olma çabası içine girerler. Böylece ayrıştırma hareketi hızla gelişir. Herkes kendi ırkını kutsallaştırır. Bölgesini kutsallaştırır. Sınır çizer . Kendisini temsil eden işaretli bayraklar bulur ve bunları inançla birleştirip toplumlara dayatırlar.
Halbuki yüce Allah için bütün dünya bir ülkedir. Bütün dünya da yaşayan halklar dünyada ki bütün nimetlerin eşit dağıtılması hususunda kesin ve kati kararları vardır . Kutsal olan tek şey insanın kendisidir. İnsanın yaşayamadığı bir kara parçası kutsal olamaz. Bu toprakların temsiliyeti de insanı bu düşünceyle hareketle insan odaklı olmalıdır. Dünyamızın iyi bir yaşam sahasina dönüşmesi için, yarattıklarına sahip çıkmak ve dünya denen evrenin insanın insanca yaşam evrenine dönüşmesi konusunda çabalamak Allah a inanmak kadar değerlidir.
Sevgi ile kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.