Mehmet Aslan
Mehmet Aslan yazdı: Siwarê Hêstan-Duyguların Süvarisi: BEYTOCAN - II
İlk iki albüm Beytocan’ın müzik kimliğini ve duygusal yorumunu çok iyi ifade eder. Duyuguların biçimlendirmediği şarkısı çok azdır. Bu inanılmaz duygusal yoğunluktan dolayı Beytocan “Duyguların Süvarisi”dir. Bu benzetmeyi Sümeyra Çakır’dan ödünç aldım. Ruhi Su’nun talebesi Edirneli Sümeyra, yaptığı şarkılar yüzünden ismi sakıncalıya dönmüş ve yurt dışında mülteci hayatı yaşamıştı. Sümeyra Çakır, Kürtçe bilmemesine rağmen “Siwarê Çuçikan” isimli bir albüm (Serçelerin Süvarisi) çıkarmıştı. Beytocan’ın yorumu nasıl, yüreğinin ta derinlerinden geliyorsa, Serçelerin Süvarisi de aynı şekilde ve aynı içtenlikle okur. Genç yaşta sürgünde kansere yenilen gönlümün bacısı, bilmediği Kürtçe’yle
Lê Lê Bejnê’ye öyle bir söyler ki, içinizi yakar… Bu duygu ortaklığında dolayı Beytocan’a, Siwarê Hêstan-Duyguların Süvarisi deme cüretinde bulundum.
Beytocan’ın ilk iki albümü köklerinin bağlı olduğu topraklarda biçimlendi. İkinci albümü, henüz dağıtımı yapılmamışken, can güvenliğine ilişkin yaşadığı kaygılardan dolayı Türkiye’yi terk etmek zorunda kalır ve 2014 yılına kadar yaklaşık 22, 23 sene İsveç’te ikame eder. Uzun yıllar sonra 2014’te memleketi Diyarbakır’a dönen Beytocan, kendi ifadesiyle, Kürdistan’da yaşamayı, halkının arasında olmayı ve ölene kadar orada kalmayı umduğunu söyler. Sanatçı özünü yetiştiği topraklardan alıyor. Sanırım bunun pek alternatifi de yok. Sizi biçimlendiren toprağı siz de yeniden biçimlendirip, özünün daha görünür olmasını, özün sanata dönüşmesini sağlıyorsunuz. Beytocan gibi, özüyle çok güçlü bağ kurmuş olan sanatçıların, bu özden kopuşları belki de haksızlıkların en büyüğüdür. Özellikle sanatçı bu kopuşu, haksızlığı en iyi bilendir. Aram’ın anne ve babasının yaşadığı köyü ağlayarak izlemesi, Onnik Dinkjian’ın sadece anılarında var olan memleketine geldiğinde dar sokaklarda büyük bir mutlulukla yürümesi, bir çocuğun başını okşar gibi bazalt taştan duvarları okşaması, Beytocan’ın ölene kadar memleketinde kalma arzusu hep aynı deli hasrettir. Bu can yakan hasreti sevgili Şeyhmus Diken’in 2012 tarihli bir makalesinde okumuştum. Şöyle demiş Beytocan; madem ki memleketime dönemiyorum. O zaman ben de İsveç’ten bir orkestrayla uçağa biner, Amed’in üstünden geçerken bir konser veririm.
Duyguların Süvarisi, yurt dışında iki albüm daha yaptı. “Bist û Yekê Adarê” 2001 yılında çıktı. Bu albümünde “Yan Mîrîn Yan Diyarbekir” çokça söyendi. İlk iki albümündeki çizgisine göre kararsızlıklar yaşadığını söyleyebilirim. Dışarıdan bakmanın psikolojisi, vatan özlemi, diasporanın beklentileri vs. gibi nedenlerle şarkılardaki politik tonların daha belirgin olduğu görülür. 2011 yılında piyasa çıkan dördüncü ve son albümü (Diyarbakır’daki konser kaydı hariç) “Etuna Dilê Mîn” albümü ve albüme adını veren şarkı yeniden beytocan tarzına dönüş gibidir. Şarkıda, sevgiliye “Te Guleki Bê Baxçeyi”, der Beytocan. Bu cümle her ne kadar sevgiliye söylense de, “bahçesiz gül” ve Duyguların Süvarisi Beytocan’ı da tarif eder.
Beytocan çok ağır bir gırtlak kanseri geçirdi. Ne mutlu ki yaniden sağlığına kavuştu ama bir sanatçının/icracının hiç olmasını istemediği bir yara açtı hastalığı. Dilinin altında oluşan habis tümör onun yeniden şarkı söylemesine engel oluşturuyor. Beytocan notaların insanıdır. Müzikten kolay kolay kopmaz. Hastalığı, belki söylemesine engel olacak ama dört iklime ulaşan bestelerini yapmaya devam edecek. Kendisiyle yaklaşık 4, 5 ay önce yapılan son röportajlardan birini Rudaw’da izledim. Doğrusunu isterseniz aşina olduğum Beytocan’ı çok değişmiş bulmaktan fazlasıyla üzüldüm ama sağlıklı görmekten de mutlu oldum. Röportajda beni en çok etkileyen şey, sık sık “olanağım olsa” demesiydi. Olanağım olsa gençlerle müzik yapar, onlara bildiklerimi aktarmaya çalışırdım, ya da olanağım olsa bir stüdyo kurar orada müzik çalışmaya devam ederdim diyor. “Bu “olanak” meselesi olacak iş değil. 66 yaşına gelmiş, milyonların yüreğine misafir olmuş, milyonlarca dinlenmiş ve herkeste bu açıdan emeği olan bir sanatçı kendisini bu kadar kuşatılmış hissetmemeli... Sanırım dönüp dolaşıp yine “vefa” mevzusuna geliyoruz. Beytocan Rudaw’daki röportajda, kırmadan, üzmeden Diyarbakır’a sitem ediyor, kente dargınlığını ifade ediyor. Sitemini ifade ederken her zamanki naifliği ve nezaketiyle bu dargınlığa parantez açmıyor, altını kalın çizgilerle çizmiyor. Sadece üstünden geçiyor, hafifçe hatırlatıyor. Bir duygu insanının bu hatırlatması bile ok gibi saplanmalı yüreğe ama öyle olmayacak sanırım. Diyarbakır bunu kendi üzerine almayacaktır ne yazık ki. Dört albümünde de Diyarbakır hasretini dile getiren “Yan Mîrîn Yan Diyarbekir” diyen bir sanatçı, şimdi vatan hasreti için, belki de son istirahatı için yüzünü Erbil’e, güneye çevirmiş görünüyor. Başta da yazdım, bizim coğrafyamızda yaşayan herkeste Beytocan’ın emeği vardır. Müzikle tek bağı Beytocan olan rahmetli üvey annem, ne zaman bir şarkı dinlemek istese “hele Beytocan’ı çalın” derdi. Bazen de ismini yanlış söyleyip “Beytülcan” derdi.
Ben bu yazının sonunda Diyarbakır’a, Beytocan’ı unutma diyemem. Böyle bir şey haddim değil, doğru da değil. Çünkü Beytocan, Duyguların Süvarisi’dir ve asla hatırlanmaya ihtiyacı yoktur. Asıl, vefayla malül Diyarbakır’dır hatırlamaya ihtiyacı olan… (BİTTİ)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.