Veysi Ülgen yazdı: Tüm mesele kutsal olanı ziyaret etme ihtiyacıydı

Asırlık meşe ağacını kollarıyla sararken, sanki yalnızlığını gideriyordu. Arkadaşı da öte taraftan kollarını uzatır, eller kardeşliğin tescili gibi birleşirdi. Her şey çok güzeldi.

Henüz ilkokul üçüncü sınıftaydı. Annesiyle beraber, komşuları gibi, gelenekte Cuma akşamı, takvimde Perşembe akşamları burası ziyaret edilirdi. Dualar okunur, taşlara dilekler asılır, bazen adak sunulurdu. Ama çocuklar için burayı ziyaret etmenin zamanı yoktu. Büyüklerin yaptıklarını oyuna dönüştürür hep birlikte eğlenirlerdi.

Ziyaret mahalleden uzakta ormanlık alandaydı. Asırlık meşe ağacının güneyinde, nehir taşlarıyla yükseltilmiş, yaban gülleri, kuşburnu ve böğürtlen dikenleriyle süslenmiş, yakındaki çeşme sayesinde bitmeyen yeşilliğiyle huzur duyulan bir yerdi. Ziyarettin etrafı ailelerin aynı zamanda piknik alanıydı.

Ve bir sabah mahalleye dağılan kara haberle sarsıldılar. Ziyaretin define için yıkıldığı söyleniyordu.

Komşu çocuğuyla hızlıca ziyarete koştu. Ziyaret taşlara asılı dilek yapraklarıyla sapasağlam yerinde duruyordu. Ama asırlık meşe ağacının hemen dibinde boyu kadar bir çukur vardı. Birileri burayı kazmış, bir şeyler çıkarmıştı.

Görenlerin anlattığına göre bir beyaz otomobil akşamüstü çeşmenin yanına park etmiş. İçinden Avrupai giyimli bazı adamlar çıkmış. Ellerinde bir defter varmış. Ziyaretin etrafını dolanmışlar. Ellerini açıp dua okumuşlar. Dileklerini bir kağıda yazıp taşlara asmışlar. Ve çekip gitmişler. Kimse şüphelenmemiş. Sonra gece gelip ağacın dibini kazmışlar. Kimilerine göre tek, kimilerine göre iki küp çıkarmışlar. Aynı araçla gitmişler.

Artık o asırlık ağacının dibinde bir hazine saklı olduğundan kimsenin şüphesi yoktu. Maalesef yıllardır ziyaret uğruna gittikleri meğer bir hazine sığınağıydı. Ve burası vakti zamanında buraları telaşla terk eden Hristiyanların altınlarını saklandığı bir yerdi.

Belki burada anlatılan bir ermiş yatıyordu. Ve onlar hazineyi buraya saklamışlardı. Sermaye en iyi kutsal alanlarda saklanabilir diye düşünmüşlerdi.

Belki de önce hazineyi saklamışlar sonra burada kalıp Müslüman olanların eliyle ziyaret süsü vermişlerdi. Onlar kimsenin burada kutsalı tartışmayacağını çok iyi biliyordu.

Her iki durumda da sarsılan inançlar ve dileklere yazılan hayallerdi. Eskisi gibi kimse burayı ziyaret etmeyecekti, edemeyecekti. Birkaç gün içinde taşlar da yıkılıverdi.

İnsanlar giden hazineye üzülmüyordu. Ama okudukları duaların, ziyaret taşlarına bağladıkları dileklerin, o dileklerdeki hayallerin, ortak sevinçlerinin boşa gidişine üzülüyordu.

Mahalleye ağır hüzün çökmüştü. Toplumu bu depresyondan mahallede hoca olarak adlandırılan, hiç bir yerden maaş almayan, normalde kimsenin çok umurunda olmadığı, yoksul bir sofi kurtarmaya çalışıyordu

Okuduğunuz dualar boşa gitmemiştir. Çünkü duanın bir mekanı yoktur. Mekan bir araçtır, bir bahanedir. Dinimizde ziyaretlere, türbelere, zaviyelere, anıtsal kabirlere yer yoktur. Nerde dua ederseniz edin geçerlidir. Dilekleriniz, hayalleriniz kırılmamıştır. Ama bu da size ders olsun. Ziyaretlere gitmeyiniz. Dua okumak için, dilekleriniz için bir ziyarete ihtiyacınız yoktur.”

Elbette bu yoksul sofînin söylediklerinin bir hükmü yoktu. İnsanlar yine bildik geleneklerini sürdürüyordu. Ama hazine bulma hırsını da gidermekten çekinmiyorlardı. Günler sonra defineciler ziyaretleri kazmaya başladı. Nerdeyse tüm ziyaretler hazine bulma ümidiyle büyük bir azimle kazıldı.

Kim ne umdu, kim ne buldu, bilinmez, ama insanlar her şekilde ziyaretlere gitmekten de vazgeçmedi.

Çünkü topluma egemen insanların kutsal mekanlara ve oraya gideceklere ihtiyacı vardı. Bu yüzden kutsallık onlar tarafından itinayla korunuyordu.

Bu bazen bir ziyaret, bazen bir türbe, bazen bir dergah, bazen anıtsal bir mezar, bazen anıtsal bir bina, bazen antik bir yapı, bazen doğal bir çeşme, bazen yüzyıllık bir ağaç ve bazen bir dağ bile olabilirdi. Hepsinin ortak tarafı oraları ziyaret edenlerin kutsallığa olan ihtiyacıydı. Mesele bu ihtiyacın, asırlık ağacın altına define saklayanlar gibi her daim istismar edilmeye açık olmasıydı.

Ve insanlar kutsal affettiği mekanlar için kendini feda etmekten ve de karşıtlarını da acımasızca feda etmekten çekinmiyordu.

Tek tanrılı dinlerin çıktığı mekanlarda insanlar binlerce yıldır birbirini acımasızca öldürüyordu. Her sabah o kutsal yerlerden gelen ölüm haberleriyle güne başlıyordu.

Ne medeniyet, ne demokrasi kavramı, ne insan hakları bilinci, ne sınıf mücadelesi, ne bilim, ne felsefe, ne sanat, ne eşitlik ve özgürlük bilinci, ne kadın mücadelesi ve ne de çocuk hakları, bunu durduramıyordu. Ortada her daim akıtılan kan ve o kan için edilen intikam yeminleri vardı.

Tüm mesele kutsala olan inancın mekanları ziyaret etme ihtiyacının hala var olmasıydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysi Ülgen Arşivi