Veysi Ülgen yazdı: Hala bir beyaz atlı bekleniyordu

Ne zaman rüyalarından kaçmak isterse, hep kar yeleli o beyaz atı arıyordu. Çünkü rüya öncesi göreceklerinden şiddetle kaçmak istiyordu. Gündüz onu yoran her mesele , uykudan önce onu tekrardan meşgul ediyor, rüyalarını bile esir alıyordu.

Her daim gözleri açık düşlere yakalanırdı. Hiç uyumak istemezdi. Çünkü şafağa doğru peşi sıra rüyalardan dipsiz düş’üşlerini bilirdi.

İşte sırf bu yüzden göz kapakları düşer düşmez hep o beyaz atı çağırıyordu. O nazlı ama hızlı, kar yeleli beyaz at, sisler içinden, nallarından kıvılcım çakarak ona doğru koşardı.

Ve o ata bir heyecanla biner, başka bir dünyaya dörtnal uçardı.

Böylece gündüz yaşadıklarından ve görmek istemediklerinden kurtulurdu. Orada artık adı romanlarının kahramanı Ahmed değildi. Ama neydi hala bilmiyordu. Çünkü bildiği tüm adlardan kaçıyordu.

Orada yasak olmayan başka bir kimliği ve yasak olmayan başka bir dili vardı. Orada horlanmıyor, dışlanmıyor ve ezilmiyordu.

En önemlisi bugüne kadar hiç tanımadığı başka bir kadını seviyordu. Aslında bu tarafta hasretini çektiği sevilmeyi hissediyordu. Orada bu tarafta olan her şeyin tersini yaşıyordu.

Bu taraftan kaçmak için neden beyaz bir ata ihtiyacı vardı. Belki çocukluğunun kahramanlık hikayeleriyle alakalıydı. Belki de beyaz engelsiz düşlerinin rengiydi ve karanlıkta kaybolmuyordu.

Çocukken Kozmê denilen Andok dağının karşısında ki yaylaların birinde, beyaz bir kısrakla, bulutların içinden Muş ovasına dörtnala inmişti.

Ama beyaz kısrak ona rağmen geri dönmüştü.

İşte o kar yeleli, nalları ateşli beyaz atlara bu yüzden kızıyordu. En sonunda onu aldıkları yere geri getiriyorlardı. Sonuçta buradan kurtulmuyor, sadece kaçıyordu. Yine Ahmed’in hayatı kaldığı yerden devam ediyordu.

Belki o bu gerilimli dünyadan bir başına kaçmayı beceremiyordu.

Belki de onu burada hala tutan bağımlı şeyler vardı.

Dörtnala Ahmet’ten kaçıyor, ama sekerek Ahmet’e geri dönüyordu.

Ve belki de bir beyaz atlı kahraman olarak burayı kurtarmak için dönüyordu.

Çocukken kaçak girdiği Şehir Sinemasında dünyayı kurtaran beyaz atlı adamın filmini hatırladı. Beyaz atlı adam başı sıkışan herkesin yardımına koşuyordu. Kötüleri sadece o yenebiliyordu. Adaleti sadece o sağlıyordu.

Ama kendisi için bir sorun vardı. O burayı kurtarmak için değil, buradan kurtulmak için beyaz atı çağırıyordu. Beyaz atlı adam gibi bir kurtarıcı olmaya takati yoktu. Ama diğerleri onun bir kurtarıcı olmasını istiyordu.

Şimdi herkesin bir kurtarıcı beklediği bu zamanda da beyaz atı çağırması, bu ruh haliyle kendisi için riskli olacaktı.

Bu coğrafyada kendisini kurtaramamışken diğerlerini nasıl kurtaracaktı. Belki de kurtuluş hep beraberceydi. Ama kimse hazır ve niyetli değildi.

O ise herkes gibi sadece kaçıyor, ama geri getiriliyordu.

Bu gerilimlerle gözleri uyumakla cebelleşirken ‘ Beyaz Atlı Adam ‘ adlı filmi bir kez daha izlemeliyim diye düşündü. İnternet üzerinden filmi aradı, ama bulamadı. Çünkü film 12 Eylül cuntası tarafından yakılmıştı. Üstelik filmi seyrettiği o Şehir Sineması da önce kapatılmış, sonra yıkılmıştı.

Gözlerini kapatıp bir hışımla güzelim Andok dağının kuzey eteklerine konuverdi.

Şimdi orada, o beyaz kısrağı, o heyecanla çağırıp, karla kaplı yaylalardan tüm coğrafyaya, dörtnala umuda uçmalıyım diye, alaca düşlere kanatlanıverdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Veysi Ülgen Arşivi