Veysi Ülgen
Veysi Ülgen yazdı | Belki ceketini alıp gidecekti
Güneşin oklarıyla uyanınca, gece perdeyi çekmediğini fark etti. Yarım kalan rüyasıyla pencereden, güneşin parladığı masmavi göğe bir süre bakakaldı.
Ayaklanıp camları çekince bir kış gününe göre oldukça sıcak bir havanın esintisiyle karşılaştı.
Bu gün dışarıya ceketiyle çıkabilirdi. Ve kış güneşinin keyfini çıkarabilirdi.
Pencereden elbise dolabına yöneldi. Oldukça eskimiş dolapta, askıda ki ceketlerini süzdü. En sağda ki kareli gri cekete uzandı. Aynada kareli ceketiyle kendine uzun uzun baktı.
‘Ceket ve ben ‘ diye düşüncelere dalıverdi.
Kendisi için ceketin büyük anlamı vardı.
Çünkü ceketiyle bir hikayesi vardı. İlk olarak lise ikide ceketle tanışmıştı. O güne kadar sınıf ve hatta okul arkadaşları ceketle okula gelirken, kendisi daha çok hırkayı andıran, ona bol gelen bir parkayla okula giderdi.
Üzerindeki parka da onun için çok kıymetliydi. Deprem döneminde gelen elbise yardımı olarak kendisine yadigar kalmıştı. Depremde kasabaya gelen yardımlar herkese eşit dağıtılmıyordu. Mahalle çocukları olarak buna öfkelenmişlerdi. Sonuçta gece elbiselerin saklandığı barakaya gece baskın yapmaya elbiselere ihtiyaçları kadar el koymaya karar vermişlerdi.
Ancak bekçiye yakalanmıştı. Herkes gibi kaçamamıştı. Onu yakalayan bekçi elbise yığınından o yağmur yeşili parkayı vermişti.
“ Al bunu. Bir daha da elime geçme.”
İşte bu parka o baskından kalan bir hatıraydı.
Ortaokula o parka ile başlamıştı. Ona bol gelen parka ile öğrenciler içinde dikkat çekiyordu. Parka onu ötekileştirmişti. Parka yüzünden hocasından, müdürden, mahallede muhtardan, karakolun önünden geçerken çavuştan, çarşıda dayısından dayak yediği de olmuştu.
Çünkü onlara göre Eylül darbesi devam ederken parka giymek sakıncalıydı. Onlardan ‘ bir daha üzerinde bu parkayı gezme ’ diye defalarca uyarılmıştı.
Bu uyarıların hiç bir anlamı yoktu. Çünkü o parka olmasa, soğuk havalarda okula ya da başka bir yere gömlekle ya da kazakla gidecekti.
Çünkü üzerine alacağı başka bir kıyafeti yoktu. Abileri ile arasında yaş farkı vardı. Onların kıyafetinden faydalanamadan liseden mezun olmuşlardı.
Mecbur kaldığı parkası, onun için bir sembol gibiydi. Boyu uzadıkça ona daha fazla yakışıyordu. Ceketli öğrencilerin içinde ona başka bir farkındalık veriyordu.
Şimdi lise iki öğrencisiydi. Sınıftaki tek parkalı yine oydu. Liseye yeni tayin hocalar gelmişti. Nerdeyse tüm dersler dolu dolu geçiyordu. İçlerinde parkasından hoşlanmayan, ona ideolojik mana yükleyen, yine tavır alanlar vardı.
Nihayet bir kış günü son noktayı lise müdürü koydu.
“Bu parkayla bir daha okula gelme. Şayet parkalı gelirsen seni disiplin kuruluna vereceğim. Okuldan attıracağım!“
Müdürün bu tehdidi üzerine sabah evden gömlek üstüne giydiği kazakla çıktı. Hava çok soğuktu. Eve geri döndü. Üzerine yine parkayı çekti. Okula kadar yürüdü. Müdür kapıda elinde sopası hocalarla sohbet ediyordu. Böyle okula giremezdi.
Mecburen parkayı çıkardı. Okula yakın bakkala girdi.
“Parka ile okula giremiyorum dayı. Burada kalsın. Okul çıkışında alırım.”
“Bu soğukta niye giymiyorsun?”
“Yasakmış. Müdür kızıyor.”
Parkayı iyice süzen yaşlı bakkal
“Yasaksa bir daha giyme. Burada kalsın. Ben onu hayrıma bir köylüye veririm."
Bakkalın bu sözlerine tepki gösterdi.
“Ben parkamı kimseye vermem “ diyerek hızlıca çıktı. Gerçekten yaşlı bakkala çok kızmıştı. Nerdeyse parkasını kendi hayratı olsun diye başkasına verecekti. Bu parka onun için çok değerliydi. Rüzgar altında eve geri döndü. Parkayı eve bıraktıktan sonra yine okula doğru , rüzgara karşı yola koyuldu.
Neden kimse ona ceket almıyordu. Başta babası olmak üzere herkese kızgındı.
Rüzgar daha da şiddetlenmişti. Okul kapısında müdür belinde tuttuğu sopası ile bekliyordu.
“Ceketin nerde?”
“Evde bıraktım.”
“Eve git ceketini giy öyle gel .”
Gitse geri dönemezdi.
“Ceketim dün yağmurda ıslandı."
Sessiz kalan öfkeli müdürün yanından içeri girdi. Matematik hocası ile göz göze geldi. Belli. ki matematikçi Mehmet Hoca onları izliyordu. Ve ceketinin olmadığını çok iyi biliyordu
“ Akşam okul çıkışı bana uğra Samed!” dedi
Dersler bitti. Teneffüslerde sınıftan hiç çıkmadı. Ders bitince hızlıca eve koştu. Matematik hocasının sözlerini hatırladı. Parkasını giydi. Sonra hocasının kaldığı eve yöneldi.
Matematik hocası Mehmet kapıyı açtı.
“ Samed ceketsiz oluşun dikkatimi çekti. Sana bunu hediye etmek istiyorum. ” diyerek kareli gri yün bir ceketi uzattı. Parkayı çıkardı. Hocasının verdiği kareli ceketi giydi. Heyecandan teşekkür bile etmeden dışarıya koştu. Sonra geri döndü. Çünkü parkasını bırakmıştı. Kapıyı açan hocasına bu defa, “Teşekkür ederim hocam. Bu iyiliğinizi asla unutmayacağım.”
Parkasıyla vedalaşmadı. Okul dışında ceketin üstünde giymeye devam etti.
Hocasının kendisine ceket aldığını fark eden babası onu terziye, takım elbise için ölçü almaya götürmüştü. Ceket ona uğur getirmişti. Artık ceketin yanında takım elbisesi de vardı.
Yıllar geçti. İşe başladı. Gardırobunu ceketlerle donattı. O gri ceket eskiyince yenisini aldı. Asla giymekten vazgeçmedi. Mesleğe atıldı. Örgütlü mücadeleye katıldı. Ceketinden vazgeçmedi.
Yıllar sonra arkadaşları ile örgütsel ayrılığa sürüklendi. Ve bir toplanma anında onlara “Tamam anladım. Gitmem gerekiyor. Ceketimi alıp gidiyorum, hoşça kalın!” dedi.
Ondan önce cekete uzanan biri, "Ceketini alıyoruz. Gidiyorsan ceketsiz git”
Ceketin onda hikayesi vardı. Bırakamazdı.
“Ceketimi asla bırakmam” derken adama saldırmış ve belki demokratik bir tasfiye kavgalı bir tasfiyeye dönüvermişti.
Böylece ceketini alıp öylece gidememişti.
Dün sıcağı sıcağına işyerinde müdürle tartışırken ‘ceketimi alır giderim' demesinde kendi hikayesinin etkisi vardı.
Bugün kararlıydı. Gerçekten ceketini alıp çıkacaktı.
Ve bir kış güneşinin keyfini çıkaracaktı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.