Veysi Ülgen Yazdı: Ve gerçekten kentin bir dili var mıydı,  diye düş’ünüyor

Ey benden binlerce kölelerin emeğiyle var edilen kadim taşlar!

Benim hikayemi biliyorsunuz.

Peki, sizin hikayeniz nerde saklıdır?

 Benim gibi hep böyle lal mı kalacaksınız?

Binlerce yıldır korumaya çalıştığınız bu kentin bir dili var mıydı? ”

Biliyor ki, günlerdir kentte lal yaşamanın tıbben hiçbir açıklaması yoktur. Bir zamandır dili Andok buzulu gibi donuk, ama beyni Karacadağ yanardağı gibi kordur.

Oysa bir hafta önce köye gitmiş, bir kaç yaşlı ile anadiliyle konuşurken dili çözülüveriyordu. Ama köyde çocuklar ve gençlerin onunla anadilleri yerine kent dilini konuşmaları dikkatini çekiyordu. Hatta kendi aralarında da bile Kürtçe konuşmuyorlardı.

Onlar için Kürtçe konuşmak köylülükten kurtulmak, kentli olmak geleceğini kurtarmak mıydı? Böyle olsa da Kürtçe konuşmamalarına bahane olamaz diye düşünüyordu. Hem bu çocuklar artık iki dil ile büyüyordu. Elbette iki dil öğrenen ve öylece büyüyen köylü çocukları gerçeği ‘iki dil çocuğumun lal olmasına neden olmaktadır’ diyen ve çocuğuyla Kürtçe konuşmaktan vazgeçen site komşusu kentli kadını da yalanlıyordu.

Ve bir akşam yemeğinde ki buluşmayı fırsat bilip dili döndüğünce onlara anlatmaya çalıştı.

“Gençler yapmayın böyle. Köyde Kürtçe konuşmamanızı çok yadırgıyorum. Siz de konuşmasanız işimiz çok zor. Maalesef bu gidişle bir iki kuşak sonra dilimiz kaybolacak! Biliyorum öğrenim için, iş için, gelecek için Türkçe bilmelisiniz. Ama bu Kürtçeyi hiç konuşmayacağınız anlamına gelmemeli dostlar” diye başlayarak eleştiri, sitem ve önerilerle dolu sohbete devam etti. Bir yandan da dili çözüldüğü için çok mutluydu.

Ama düzgün aksanlı Türkçe konuşan lise öğrencisi sitem ve eleştirisine karşın,

“Kürtçe sadece köylülerin dili midir? Kentliler Kürtçe konuşmayınca mesele olmuyor da biz köylüler konuşmayınca mı mesele oluyor?”  demesi ve akranı, saçları örgülü genç kızın,

“Siz kentliler önce Kürtçe ile sorununuzu çözün!” diye arkadaşını tamamlamasıyla hem tartışma son buluyor, hem de dili yeniden tutulu veriyordu.

Onlara ‘evet kentli olamayan Kürtler için dil elbette köylü Kürtlerin omzunda olacaktır’ demek istese de lal olan dili yüzünden diyemiyor, ertesi gün köyü terk ediyordu.

Şimdi surlara şafak vurmadan, kendi gibi lal yanık taşlarla konuşmaya ve kendi dil hikayesini paylaşmaya çalışıyor.

Kente babasının memuriyeti nedeniyle göç etme dönemlerin de sekiz yaşındaydı. Ve Kürtçeden başka dil ile konuşmuyordu.  Köy okulunda bile dersler dışında Kürtçe konuşurlardı.

Ve kentlileşmeyle annesiyle ilk yabancılaşma dönemi başlıyordu. Anne kendisi çabuk Türkçe öğrensin diye onunla Kürtçe konuşmaktan kaçınıyordu. Kürtçe’den başka dil bilmeyen annesinin şehirli akrabalarından öğrendiği,  yavaş ve uzatarak söylemeye çalıştığı ‘Yemek ye! Ders çalış! Hasta olma’ gibi yarım emir cümleleri ile onunla iletişimi kopuyordu. Kentle daha önceki ilişkisi nedeniyle ağır aksak Türkçe öğrenen ve askerde Türkçe’sini annesine göre çok ilerleten babasıyla yarım Türkçe’li, sorunlu iletişim dönemi başlıyordu.

Annesi, babası ve akrabalarına göre Kürtçe konuşursa kentin dilini öğrenemeyecek, cahil kalacak, memur olamayacaktı. Köy okulunda hocasının bazen sopa, bazen havuç yöntemiyle öğretmeye çalıştığı dil artık kendi gerçek ama yarım diliydi.  Zaten mahallede Kürtçe konuşacak çok az insan vardı.

Kentteki ilk yaz teyze oğlu Hiko onları ziyarete gelmişti. Annesinin o yokken teyzesiyle gizlice Kürtçe konuşmasını anlayabiliyor ve onları her daim yalnız bırakıyordu. Annesi Kürtçeden kaçsa da köyde ki kültürünü olduğu gibi sürdürüyordu. Elbette bu çelişki gözünden kaçmıyordu.

Kendisi Hiko ile Kürtçe hasretini gideriyordu. Kuçeler de onunla Kürtçe konuşarak kendine gelmişti. Ama bu kendine gelme çevrenin dikkatini çekiyordu.

Bir defa Urfakapı’dan Yenişehir’e, oradan Ofis’e gezmelerdeyken şehirli çocukların ‘cahil köylüler, cahil Kürtler, kentimizden defolun ‘ denilerek taşlı sopalı saldırıya uğramış ve yaralanmıştı.  Bir gün sonra da mahallede ki satırlı kuçe qirixların kışkırtması ve desteğiyle onlardan birini bıçaklamış ve qirixlixa ilk adımını atmıştı.

Ama en garibi karakolda karşılaştıkları, bıçakladığı çocuğun annesinin hiç Türkçe bilmemesi ve annesiyle Kürtçe konuşmasıydı.  .

Ve ebeveynleri ona Türkçe öğrenemeyeceksen, memur olamazsın diye biçim verme tarzı devam ediyordu. Ne var ki kuçelerden öğrendiği Türkçe ona yetmiyor ve okulda dersleri iyi anlayamıyordu. Çünkü şehirde ki çocuklar kadar dersleri iyi anlayamıyor, soruları çözemiyor ve onlar gibi başarılı olamıyordu.  Hocaları, ayrımcılık yapıyor ve onu hep dışlıyordu. Yaşantısının büyük kısmı kuçeler de qirixlarla geçiyordu.

Ve bir zaman sonra o artık aksanlı Diyarbekır Türkçesiyle kuçeler de kavga eden, eğitim başarısızlığı nedeniyle okuldan sürekli kaçan biriydi.

Ve Kürtçesiz günler sürüp giderken artık koca bir şehirli köylü adamdı. Ve bir zaman köyleri boşaltılanların kente göçleri ile yeniden Kürtçe üzerinden buluşuyordu. Teyzeoğlu Hiko ailesiyle Suriçi’nde avlulu bir eve sığınmıştı. Onlarla kent kuçeleri sanki Kürtçeleşmişti. Ancak bu da uzun sürmedi.

Bir zaman sonra bir kısmı kentleşerek kendi dilinden bir kez daha uzaklaşıyordu. Kimisi emlakçı, kimisi esnaf, kimisi müteahhit olup dilini bırakıyor, ama dinini ve köylü geleneklerini yeniden keşfediyordu. Onlar sadece anadilini bırakıyor, kentin harap yakasından ışıltılı yakasına göç ederken kentin diliyle ama köylü yaşayışlarını sürdürüyorlardı.

Hiko ve diğer bir kısmı kentlileşemeyen bir kısmı, çatışmalar ortasında yıkılan kentin enkazı altında kaldı. Bir kısmı yeniden uzak diyarlara göç yollarına koyuldu. Kent yine eski lal günlere dönüverdi.

Şimdi bir şafak vakti, güneşin hala ısıtamadığı taşlarla lal olma halinden kurtulmaya çalışıyor. Taşlarla, köyde genç kızın, ‘siz kentliler önce anadil ile sorununuzu çözün’ demesini tartışıyor.

Ey benden binlerce kölelerin emeğiyle var edilen kadim taşlar!

Benim hikayemi biliyorsunuz.

Peki, sizin hikayeniz nerde saklıdır?

 Benim gibi hep böyle lal mı kalacaksınız?

Binlerce yıldır korumaya çalıştığınız bu kentin bir dili var mıydı? ”

Ve gerçekten kentin bir dili var mıydı,  diye düş’ünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysi Ülgen Arşivi