Mehmet Sebih Altun

Mehmet Sebih Altun

Beyazın kovulduğu odalar

Kaybolmuştu belki de ürkek bedeni. Titrek bir yürekle yarınlara uzanmak istiyordu. Umutsuz ve hayalsizdi. Gözlerinde huzur arayan ışıltılar beliriyor, alnı kırışık, dudakları bükük ve korkunun izleri yüzünü başka varlığa evrilecek kıvamı yakalamaya çalışıyordu.

Suskunluğu derinlerde hissediyor, konuşmamayı bir sanat edasında kabul ettirmişti leblerine. Alt dudağında uçuk, sağ yanağında gözlerinden boşalan yaşların doldurduğu gamzeleri vardı.

Bir baba deyişi vardı odaların çıplak duvarlarına, çaresizce yankılanıyor ve sesini kendisine dinletiyordu. Haykıran ses tonu kısılmış cevap gelmeyecek belliydi.

Annesini sorarken ise hiç sormayın. Ne kapı kapanıyor ne de pencere. Perdeler rüzgara direniyordu. Oda ıssız olmalıydı. Kimse duymamalıydı bu feryadı. Hapsolmalıydı bu ses.

Aynalar da düşmandı ona. Hep onu ağlarken gösteriyordu. Bir de ela gözlerinin altı morarmış, titrek dudakları yaralanmıştı sanki. Kollarını açmayadursun, kahrolası ayna onu da görüyor, boydan olmalı ki hafif sağa eğilmişti bedeni.

Lambalar ışığını sarartmış, beyazı kovuyordu odalardan. Kapı kolları kanlı, soba da sağ elin izleri duruyordu. Bir siyah merhem arıyordu gözler çaresizce.

Kapı çaldı. Acılı ses evin dört bir yanında çınlıyordu. Kim bilir hangi dünyanın derdine kızmış çatık kaşlı bir müptezel girecekti eve. Korkuluydu. Açsam mı? Açmadan mı? Açacaktı mecbur. Sağ ayağını ileri attı ama sol ayağı kalkmıyordu yerden. Bir adım atmak o kadar zordu ki. Yaralanmıştı. Çocukça düşleri vurulmuştu. Hayalleri ölüme terk edilmişti. Gelmeyen geleceğin yarınına ulaşacak takadı yoktu. Ve bilmediği bir hayata alıştıran düşünceleri çaresizce onu kapıya götürüyordu.

Bir kaç dakika düşünmüştü ve kapıyı açmak için gecikmişti. Her geçen saniye daha fazla acı, daha fazla hakaret, daha fazla aşağılanmak demekti. Kahrolası sobanın yaktığı sağ elle kapıyı açtı. Kimin geldiğine bakmadı gözleri. Önemi de yoktu onun için.

-Nerdesin ulan sen.

Ne söyleyebilirdi ki cümle kurmayı unutmuş dili. Başını kaldırıp görmek istemiyordu vicdanını kör kuyularda bırakmış zebani bedenin ateşten bakışlarını. Susmanın daha iyi olacağını düşünmüştü.

Palmiye yaprağı kadar geniş ellerin gölgesi düştü gözlerine. Bitkindi ve alışmıştı yanakları sillelere. Dayanırım ya da keşke dayanmasam diye düşündü o an. Gözlerini yumdu ve başını kaldırdı yavaşça.

...

Nöbetçi Doktor:

Hastada çekilen posttravmatik BT de travmaya bağlı ekstradural subdural hematom oluşmuştur. Uzun süreden beri bekletilmiş olmalı.

Acil opere edilip boşaltılması gerek.

Çocukların sesleri, kuş sesleriyle gökyüzünde yankılanıyordu. Mahallenin bir ses tonu çok görülmüş ve artık sesi atmosfere ulaşmıyordu. S harflerini t harfine karıştıran, sol yanağı gamzeli, saçları ölüme meydan okuyan bahtı gibi kapkara, gözleri bir martının umuda süzüldüğü deryalar gibi hüzünlü o güzelim genç ve güzel kız, umutlarını uçsuz bucaksız düşlere emanet etmiş ve yıldızlarla arkadaşlığa çıkmıştı.

...

Fidanların yaprakları güzel olur. Henüz tazecik. Kesmeye kıyamazsın. Hele birde çiçek verirse gözlerini alamazsın. Hayata gülen en güzel gülüşler. Ama dalları kırılınca kurur. Yaprak bir bir düşer. Çiçekler ise kokusunu kendisine hapseder. Rengini yitirir, artık yaşama güzellik katmadığı ve yaşama rayiha dolu nefesler sunmadığı için bir buz dağı gibi çözülür gider yok olur...

Sevgi ile kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Sebih Altun Arşivi