Veysi Ülgen
Veysi Ülgen yazdı: Ve mesele kentin tuzağına düş’(me)mektir
Günlerdir, toplumsal stres ve kentin gürültüsünden uzak, kuzey dağlarına bakan bir tepede, Kasım ayının rengarengliğini yaşamaya çalışıyordu.
Gelirken gündüz, sarıya ve kırmızıya çalan yapraklar ve kuru dallar arasında yürüyüşlerle, gece ise, ay, yıldızlar ve rüzgarın melodileriylezaman geçiririm diye heyecanlanmıştı.
Ama tanımsız bir şeyler onu meşgul ediyordu. Heyecanının hakkını veremiyordu.Kenti geçici terk etmekte amacı neydi?
Dinlenmekse, dinlenebiliyor muydu?
Kaçmaksa kaçabiliyor muydu?
İçinde adını koyamadığı bir tuhaflık geziniyordu. Kenti, sorunları, şahısları düşünmemeye çalışıyor, ama beceremiyordu.
İşte günbatımı kızıllığı, ağaçların kızıllığıyla dansederek, el ele güne veda ediyor. Ama ayakların da duyduğu soğukluk, bir şeylerin iyi gitmediğini gösteriyor.Ve karanlık çöker çökmez hemencecik sobaya sığınıveriyor. Yetmiyor, kalın yün yorganın altına saklanıyor.
Tekrar başını kaldırıp pencereye, kuzeydağlarına bakıyor. Birden gök gürültüsüyle bir anda her yer kararıyor. Oysa az önce gökyüzü bulutsuz ve masmaviydi.Ve kuzeyde bir yıldız birden parlıyor. Ve de gittikçe büyüyor, kuzey güneşine dönüyor. Ateş yelleri yüzüne değdiğinde, bir titreme, bir üşüme, bir ölüm ihtimali hissediyor. İçinde birine sığınma ihtiyacı şiddetleniyor.
Şu an da kime sarılabilir? Hayatta olmayan annesini düşünüyor.Sonra onu hatırlıyor. Telefonu sarılıyor. Bir daha yazmamak ve konuşmamak için engellediği, belalısınınnumarasını buluyor. Engeli kaldırıyor ve yazmaya başlıyor.
“ Ve kendime ihanet ederek sana mesaj atıyorum. İşte sana fırsat. Beni istediğin gibi ezebilirsin. Neden sana yazıyorum. Çünkü şu an çok yalnızım. İçimde sanki bir ölüm ihtimalivar. Çok üşüyorum. Ne dışarıdaki alev fırtınası, ne içerde püfür püfür yanan odun sobası beni ısıtamıyor. Titriyorum. Evet, her zaman direncimle övünürdüm. Maalesef şimdi direncime ihanet ediyorum. Nedeni şu an umurumda değil. Şu anda bana bir tek sen iyi gelebilirsin diye hissediyorum. Tek bir selamın kafi gelecek. Beni nasıl görüyorsan öyle gör.
Nasıl sevmek istiyorsan öyle sev. Hatta hiç sevme, nefret et.Gerçek şu ki şimdi sana çok ihtiyacım var.”
Tam tuşa basıp mesajı ona gönderiyor ki dışarıdan gök gürültüsü parmaklarını hareketsiz bırakıyor. Soba sönmüş. Ama gök gürültüsünden sonra biraz daha iyi olduğunu fark ediyor.Yine de daha çok ısınmaya ihtiyacı var. Telefona bakıyor, mesajın gitmemesine seviniyor. Çünkü bu mesajların hiç bir anlamı olmadığını, iyi bir şeye vesile olmayacağını hatta yeni bir kavgayı ateşleyeceğini biliyor. Mesajlaşma kentin tuzak ilişkisi olmasından öte ikisi için de iyi olmamış. İlişkileri bu mesajlarla kimliksizleşmiş, paramparça olmuş. .
O halde bu mesajı neden yazdı? Şimdi ona neden ihtiyacı vardı?Yoksa yalnızlığına mı yenildi? Bir zaafın olduğu ve onu buna ittiği gerçeği titremelerini artırıyor.
Kaçmak istediği kentin çelişkileri onu yalnız bırakmıyor. Ama kentten kaçarken kente yenilememeli diye düşünüyor. Belki de ölüme bir adım daha yaklaşma hissi kentin tuzaklarına yol vermiştir.
Titreye titreye, direne direne ayağa kalkıyor. Şimdi ona, dışarıda fırtınayla beste yapan ay ışığı iyi gelebilir. Evin dış kapısına varıyor. Titreye tireye kapıyı açıyor. Mehtap tüm haşmetiyle karşısında. Rüzgarı arkasına alarak yavaş adımlarla odunluğa doğru yol alıyor. Bahçenin bir köşesin de beyaz bir karartı var. Birden panikliyor. Ya farkında olmadan tuşa basmışsa ve okumuşsa, diye içini bir endişe sarıyor. Çünkü en zayıf anında ona yazmış ve içeriği insani de olsa onun bunu kendisine karşı kullanma ihtimali var.
Mehtap altında, kuzeyden gelen rüzgar vücudunu kaskatı bırakmış. Hiç bir şey hissetmiyor. Artık titremiyor. Rüzgar aniden duruyor. Odunluğun karşısın da, ardıçın gölgesinde, ona sırtını dönmüş kısa düz saçlı birini fark ediyor. Ona doğru yürürken titremeleri yeniden başlıyor. Belki o canını almaya gelendir. Derin bir nefes alıyor. Tüm cesaretini topluyor. Ona doğru dönem bir çift gözle gözgöze geliyor. İçinde hayatın da hiç rastlamadığı bir endişe ile ürperiyor.
“Titriyorsun, korkuyorsun, Demek ki sen cesur ve güçlü biri değilsin.Kentten kaçtın. Ama nafile, düşmek üzeresin. Beni istedin. Tut ellerimi, seni düşmekten kurtaracağım.”
Evet düşmek üzeredir. Gerisin de sanki ateş yığını var.Ve yüreğin de saklı ateş de korlanıyor. Kadın elleriyle ona bakarken gülümsüyor. Sonra kahkahalar başlıyor. Ellerini tutmak istiyor. Ama elleri uzayamıyor. O anda kuzeyde bir ses duyuyor. Orada uzun saçlarıyla biri daha duruyor. Birine sığınmak isterken aklına ilk gelen annesinin gelmesi onu daha da heyecanlandırıyor. Koşup boynuna sarılayım derken ayaklarının sanki onu terk ettiğini hissediyor, koşamıyor.
Kadının kahkahaları şiddetli bir ağlama atağıyla sona erince içinde çok tanıdık bir acıma hissi uyanıyor.Ellerini tutup düşmek mi, ellerini tutmayıp özgürleşmek mi diye ikilemdeyken ,hızlıca dönerekbir daha annesine bakıyor.
“Yine ateşin çıktı, yine kabus görüyorsun. Çocuktun, böyle ateşin çıkmıştı. Gözlerin birbirinden uzaklaşmıştı. Hareketsizdin. Seni de ateşten kaybettiğim dördüncü çocuğum diye kabul ettim. Sen doğarken baban seni nüfusa kaydetmemişti. Kurtulursa kaydederim demişti. Bu defa umutlanmıştım. Çünkü amcan seni soğuk bir havada kasabaya doktora götürüyordu. Doktor amcana bu çocuk ölmüş demiş. Amcan seni getirdi. Seni okuyan ziyaret hocası bu yaşıyor dedi. Sonra amcan seni doktora geri götürdü. O da bu mucize, yaşama döndü demiş. ve sen o günden beri ne zaman ateşin çıksa kabus görüyorsun.”
Gördüğü kabus, coğrafyanın kaderinden kazanılmış ateşe karşı zaafı mı, yoksa coğrafya da kazanılmış başka bir zaaf////mı, kaçtığı kentin tuzaklarından biri mi, bilmiyor.
“Orada elleriyle seni bekliyor”
“Görüyorum. Ama ellerini tutamam. Güvensizliğimiz sevgimizden daha büyüktür anne. Ben onun için zor durumda tutunduğu çok kırıklı bir dalım. Ve de onun için kışın değeri olmayan bir yaz gölgesiyim. Ama bu akşam onu istedim anne....istedim anne…istedim anne”
Rüzgar aniden şiddetleniyor ve gözleri kapanıyor. Sonra gözlerini titreyerek açıyor ama hiç kimse yok. Yün yorgan altın da döktüğü terle sırılsıklam olmuş ve rahatlamış. Sobada yanan ardıcın sesini dinliyor. Evet bir kabus daha bitmiş ve bu defa da düş’(e)memiş. Belki de kabusla noktalanan rüya, kentin kurtulmaya çalıştığı tarafın ta kendisidir. .
Ve şafak atar atmaz o tarafla kavgaya, zaaflarıyla yüzleşmeye, kışın yaz gölgesinin hakkını aramaya, kadim kente doğru yol alıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.