Mesut Fidançiçek
Hatırlamaya ve yüzleşmeye çağrı: Önce Kuşlar Öldü
Mesut FİDANÇİÇEK
Yazar Vedat Çetin, trajik bir olayın müsebbibi hastalığın ortaya çıkışını, o dönemde yaşananları, dönemin hükümetinin yaklaşımını ve çocukların ölümünü, bu hastalığa yakalanan Musa adlı karakterin anlatımıyla romanını kurgulayıp yazmaya başlamış.
Yazdığı romanın geçmişte yaşanan yaygın ve salgın denilebilecek bir hastalığı ve o dönemin gerçekliğini anlattığını ifade eden Çetin, "Kitapta anlatıcı görevini hastalardan biri üstleniyor. Binlerce hastanın sorumluluğunu üstlenen Musa, masumiyetini yitirmeden ve kendi kendine çizdiği yoldan sapmadan ilerliyor. Bir yoldan bahsettiğimize göre, aynı zamanda bir yol romanı da diyebiliriz buna.”
Kitaptan bir paragraf alıntılarsam kitapla ilgili düşüncelerimi daha iyi ifade etmiş olurum:
“Yol boyunca boğucu sıcaklar amansızca saldırıyordu. Güneşin ışınları ellerime, yüzüme değmesin diye geri çekilip sırtımı koltuğa yasladım. Kardeşimin ölümünden bu yana güneşle temastan kaçınıyordum. Güneş ışınlarının yarayı azdırdığını epey zamandır biliyordum artık. Sıcakların başladığı günlerde Samet ağbim birinden duymuş, eve geldiğinde tembihlemişti beni. Daha önce kasabadakiler bunu bilmiyordu. Bilenler varsa da söylememişti.”
O sıralar ulusal bir gazetenin iki muhabir ve bir doktorundan oluşan ekip Diyarbakır’a gelip hastalığın tetkikini ve haberini yaparlar. Bilinmeyen, henüz teşhis edilememiş feci bir hastalıktan ve dolayısıyla ölümden kurtulmak için İstanbul’da tedavi edilmek üzere hastalardan birini gazete adına götürmek isterler. Böylece Musa hayati bir imkana kavuşur. Romanın merakla okunmasını sağlayan önemli bir buluş, şaşırtıcı ve de enteresan yan hikayeler ve yan karakterler devreye girer. Ünsal, Turan, Mahmut, Dr. Ragıp, Beşir ve Tellal Bedo’nun anlatımları adeta dönemin ruhunu canlandırırcasına sahih ve inandırıcı sahnelerle başarılı tasvirler çiziliyor.
İstanbul’daki tedavi sürecinde roman tekniklerinden geri dönüşler, mektup, montaj, iç sesler ve monologlarla tarihin bir kesitinde yaşanmış ve halen izlerini taşıyan felaketi edebiyatın sınırlı imkanlarını kullanarak romanın ayakları sağlam bir şekilde yere basıyor. Zira meramını anlatmaya, hesaplaşmaya ve yüzleşmeye çağıran Musa’nın haklı sebepleri vardır.
Musa’nın babasından gelen mektupların birinden bir parça okuyalım:
Kıymetli Oğlum Musa,
Annen, ağbin, ablan, herkes iyidir. Selam eder, karakaşlarının altındaki gözlerinden öperler.
Senden hiç mektup alamayınca telaşlanıyorduk. Gazetede hakkında çıkan yazılar ve fotoğrafların bizim için mektuptan daha kıymetli sayılırlar. Senin tedavi edildiğin haberlerini okuyunca hepimiz rahatlıyoruz, hep beraber seviniyoruz burada. Tabii mektup yazabilseydin gönderirdin bize. Vaziyetini bildiğimizden bunu dert etmiyoruz. Sen de dert etmeyesin oğlum, sakın yazamıyorsun diye meraklanmayasın. Bizim için gazetede çıkan haberlerin de mektup kadar makbuldür. Hem de mektuptan daha evla, daha kıymetlidir bizim için. Gazetedeki fotoğraflarını görenler, duyanlar dükkâna, eve gelip söylüyorlar. Yani çok meşhur olmuşsun. Allah nazardan saklasın oğlum.
Artık iyileşmişsin. Sana birkaç havadis vereceğim, ama hiç dert etmeyesin kendine.
Bazı insanlar tohumluk buğday ekmeği yiyenleri hor görüyorlarmış, bazıları ‘meselenin esasında başka şeyler var’ diyorlarmış. Herkes bir şey söylüyor. El ağzı, çuval ağzı değil ki büzesin. Bazılarının boş boş laf ettiklerini duydukça sinirlerim tepeme vuruyor. Tamam, akıllı davranıp tohumluklardan almamış olanlar veyahut almışlarsa da ekmeğini yememiş olanlar, filhakika iyi etmişler. Peki bu adamlar biliyorlar mıydı buğdayın zehirli olduğunu? Eğer biliyorlardıysa neden kimseye söylememişlerdi? Kanaatime göre, böyle boş konuşanlar o buğdayı gönderenler kadar bu işten mesuldürler. Yok, eğer bilmiyorduysalar tesadüfen bulaşmamışlar bu işe demek. O zaman da böyle afra tafraya ne lüzum var, insanları hor görmeye ne hakları var?
Musa’nın kasabaya geri dönüşü ve tarihsel gerçekliklerin akıcı bir şekilde kurgulanıp yazılmış olması okurlarını sıkmadan finale kadar taşımayı başarıyor.
----------------------------------------------------------------------
Vedat Çetin: Birçok gazete ve dergide deneme, makale, kitap eleştirisi, gezi yazıları yayınlandı. Öyküleri, İnsancıl, Adam Öykü, Evrensel Kültür ve 14 Şubat Dünyanın Öyküsü dergilerinde yayımlandı. 2001'de "Bir Şair Bir Şehir" tek kişilik oyun metni yazdı, 2002'de sahnelendi. 2004'te "Yorgun ve Uzak" adlı öykü kitabı yayımlandı. 2012'de "Nasso, Bir Süryani’nin Anıları" ve 2013'te "Puç Oldum" adlarında iki kitabı yayımlandı. 2017 yılında Nilüfer Belediyesi tarafından düzenlenen Yılın Yazarı Orhan Kemal Öykü Ödülü'nde mansiyon aldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.