Veysi Ülgen
Veysi Ülgen Yazdı: Tüm mesele cesaretin tılsımına yakalanmaktı
Geçen bayram sabahı mezarlık ziyaretinde ikisiyle karşılaşmıştı. İkisi de mermerleri kırılmış, adları silinmiş, otları biçilmemiş mezarların taşına sarılmıştı.
Birbirlerine bakmıyorlardı. İki yabancı ama iki kaderdaş gibi taşlara sıkıca sarılmışlardı.
Bir zamandır yaşayanların bayramını kutlamaktan ötesi ölülerle bayramlaşmak ona daha iyi geliyordu. Bu yüzden bayram sabahları her daim mezarlıkları gezerdi. İşte böyle bir zamanda onlarla karşılaşmıştı. Ve aynı mezarlıkta farklı iki kalbin endişesiyle birdenbire duruvermişti
Onları seyrederken, beş yıl önce harabe kentin o son bayram sabahını yeniden yaşıyordu.
İkisi de yine o günkü gibi siyahlara bürünmüştü. Kentin yasaklı hikayeleri kadının siyah eşarbından sarkan ve adamın yüzünden akan beyazlarda saklıydı.
Evet, aslında her unutturulanın hatırlanması bir anlık karşılaşma kadardı. Onlarla kentteki yıkılan son evin önünde, son bayrama girmeye çalışırlarken karşılaşmıştı.
O dönem evlerinin yıkılmasına karşı çıkmışlardı. Eşyalarını evde bırakmışlardı. Boşaltılan evleri yıkan makinalar evlerinin önünde duruvermişti. Yıkım sırası artık kendi evlerindeydi.
Orada dayanışma için gelenler arasında siyahlara bürünmüş bir kadın ve bir adam dikkat çekiyordu. En fazla ikisi makinacılarla, zabıtalarla ve polislerle tartışıyordu.
Genç kadın onlara içecek su getirmişti. Evet, evin suları tüm oruç boyunca kesikti. Ve bu kadın gibi dayanışamcılar sayesinde iftarda susuzluğunu giderebilmişlerdi. Genç adam nihayetinde evin yıkılacağını söylüyordu. Çünkü sayıca çok azlardı. Ama bu kolay olmamalı diyordu.
Ve sanki biraz sonra yıkılacak olan kendisiymiş gibi harap duruyordu. Şimdi mezar taşına o harap haliyle sarılmıştı. Arkadaşları, yoldaşları, kitapları, sevdikleri olan bu adam beş yıl içinde harabiyetinin daha da ağırlaşmasına engel olmamıştı.
Belki mezarda yatan meçhul insandan güç almak için geliyordu?
Belki de mezarda yatan meçhule günah çıkarıyordu.
Acaba adı silinen mezarda yatanı tanıyor muydu?
Belki tanımıyordu! Belki de orada yatan onun için sadece bir kahramandı.
Ama eski kentli biri olarak orada yatanı kentin güvercinleri gibi çok iyi tanıyordu. Ama tarihiyle onu düşünecek cesareti yoktu.
Çünkü bazen hatırlamak insana ağır geliyordu. Sonuçta bir mezarlıktaydı. Ölülere verilecek ağır hesaplar vardı.
Sonuçta cesaret göstermediği için adamı orada tarihiyle baş başa bırakarak kadına dönüverdi.
Bir kaç yılda ihtiyarlamış kadın adam gibi yazısı silinmiş taşa sarılıydı. Ama sonsuzluğa gönderdiği annesiyle konuşuyor gibiydi. Hatırlıyordu. O abluka günlerin de annesi ölmüştü.
Kadın adamdan daha düşünceli, daha yorgun, daha sakin görünüyordu.
Bu halde kadının düşüncelerini okumaya çalışıyordu.
Belki ana kucağında onu eve hapseden kent bezirganlarına nasıl meydan okuyacağını planlıyordu.
Belki de bu manevi havada haramilerin Tanrı ile ilişkisini sorguluyordu. Erkeklerin haramilere yardımcı olduğu bu zamanda, bir erkeğin ona sırılsıklam aşık oluşunu çözmeye çalışıyordu. Belki bir derdi bir hesabı olmayan bu aşk yaşama arzusuna katkı olabilecek mi diye düşünüyordu.
Muhtemelen yalnız başına kurtulmanın özgürleşmenin heyecanı ve imkansızlığıyla yitirdiği arkadaşlarını hayal ediyordu. Şimdi bu bezirgan düzende ona tek güç veren emekçi annesinin ruhu olmalıydı.
Merak yerini endişeye bırakıyordu. Asıl meseleyi yalnızlık ve kavga oluştursa da, kavgasıyla bağını kuramadığı ve yeryüzüne indiremediği semaya asılı, aşk denilen belayı nasıl atlatırım diye düşünüyordu.
Neden aşk ile de semaya asılırdı?
Neden aşk yeryüzünde buluşamazdı?
Ve kadının düşüncelerini okumak, adamı izlemek gibi ona ağır gelmesiyle oradan kaçıveriyordu.
O zaman geriye bakmak istemiş ama cesaret edememişti. Hala da edemiyordu. Ve bir cesaret tılsımına ihtiyacı vardı.
Belki gördüğü unutturmaya çalıştığı hatıralarıydı. Yalnızlığına isyan ediyor, hayallerinden yardım diliyordu ve hayali ona yardımcı olmuştu. Belki geçmişi onu mezarlıkta yakalamıştı.
Covid denilen hastalıktan ölenlerin doldurduğu mezarlığı hızlıca terk etti. Arabasına bindi. İlk ışıkta para dilenen çocukları görünce durdu. Arabadan indi. Cebinden tüm bozuk paraları çıkardı.
“Çocuklar, ben sizin yaşınızdayken, bayram namazından gelen büyüklerden bayram harçlığı alırdım. Asla istemezdim. Onlar verirdi. Bu harçlıkla sinemaya giderdik. Sonra akranlarımla kırmızı beyaz şeker toplamaya çıkardık. Burada dilenmeniz zoruma gidiyor. Size bu verdiğimi bayram harçlığı olarak kabul edin.”
Harçlığı alan çocuklar içinde kıvırcık saçlı, yanakları şişik, yırtık elbise içinde küçük kızın , kirli yüzüyle ona gülümsemesi tüm yorgunluğunu aldı.
“Benim zamanımda bayram sabahları evimiz taş fırınlarda pişen çöreklerle kokardı. Annemin yaptığı envai çeşit etli yemek ve tatlılarla açlığın intikamını alırdık.”
Bunları çocuğa neden anlatıyordu. Çocuk hala ona bakıyordu. Cebindeki son parayı da ona verdi. Geride yükselen araç kornaları ona kentin normal yaşamına dön diyordu.
Ve bu yıl bir bayram sabahı daha yaklaşıyordu. Bu bayrama mezarlığa gidecek miydi? Onlarla tekrar karşılaşacak mıydı?
Mezarlıkta yatanlara depremden ölenler de eklenmişti.
Birde mezarsızlar vardı. Onlar mezar taşları kırılanlar kadar da şanslı değildi. Elbette yaşayanlar olarak bir gün onlarla yüzleşecek cesareti olacaktı. Tüm mesele cesaretin tılsımına yakalanmaktı
Ve yaşam, nedenlerini öğrenmeye cesaret isteyecek şekilde haksızca devam ediyor.
Ve de yaşam eşit olmayacak şekilde meçhul olmayan engellerle devam ediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.