Veysi Ülgen yazdı: Kentte çıplak ayaklı bir adam

Uzun kıvırcık saçlı bir çocuk kentin işlek bir bulvarında ayakkabı mağazasını pür dikkat izliyordu. Kendisi de ayakkabıları seyreden çocuğu pür dikkat izliyordu.

Çocuğun grimsi ayakkabıları fazlaca eskiceydi. Belli ki ayakkabılarını değiştirme zamanıydı. Ve muhtemelen pahalılıktan alamadığı ayakkabıları seyrediyordu.

Kendi çocukluğunda böyle bir mağazayı izlediğini hatırlamıyordu. Komşu evlerde bazen dengbêj buluşmaları, bazen evde verilen mevlit, bazen hastalık ziyareti, bazen de kız istemeler de kapıya tıkıştırılmış birbirine benzer ayakkabıları hatırlıyordu. Çocuk oldukları için içeri alınmazlardı. Onlar kapıda o ayakkabıların üstünde içeride konuşulanları hararetle dinler, sonra kendi aralarında taklid ederlerdi.

Ayakkabılar kentliler için çok önemliydi. Yıllar önce köyden kente ortaokul sonu sınavları için ayağında karalastik ile gelmişti. Kentte herkes ayağına bakmıştı. Köyde akranları gibi olağan olan karalastik ayakkabı, kentliler için köylülüğün simgesiydi. Kentte bir gece için misafir olacağı eve kara lastiklerinden dolayı alınmamıştı. Modern kıyafetli kadın karalastik içinde kararmış ayaklarıyla içeri girmesine izin vermemişti.

Bu karalastiklerle diğer kapıları da zorlamamıştı. Akşam karanlığı ile beraber kalacak yer sıkıntısı baş göstermişti. Akrep korkusuyla surlarda sabahlamayı göze alamamıştı. O zaman kentin en büyük parkı olan Anıtpark’ta birçok evsiz ile beraber sabahlamıştı. Sınava girerken de öğretmenlerin ters bakışlarına maruz kalmıştı. Kentte karalastikli istenmeyen biri muamelesi onu çarçabuk kentin dışına atıvermişti.

Kentliler ayakkabılarına neden takmıştı? Kendileri nasıl bir ayakkabı giyiyordu? Yoksa karalastik ayakkabı bir bahane miydi? Asıl köylü olduğu ve kentte anadiliyle konuştuğu için mi dışlanıyordu?

Ve köye vardığında kara lastiği olabildiğince uzağa fırlatmış, çıplak ayaklarıyla toprakta doyasıya yürümüştü. Kendisini kapitalizmin ilk dönemlerinde ‘baldırı çıplaklar hareketinin’ bir neferi olarak hissetmiş, karalastiği için onu dışlayan kentli kapitalistlere çıplak ayaklarıyla meydan okumuştu. Bir köylü olarak bir kentliden daha fazla okuyordu. Dünyayı onlardan daha iyi tanıyordu. Ama ayağında kara lastik vardı. Ve kentli diliyle iyi konuşamıyordu.

Belki yeniden, mağazadaki pahalı ayakkabıları yoksul çocuklara seyrettiren kapitalizme karşı çıplak ayaklarıyla karşı çıkma ihtiyacı vardı.

Kendi çocukluğundan, yeniden mağazayı seyreden çocuğa döndü. Kendi gibi o kıvırcık çocuk hala mağazaya bakıyordu. Derken başka çocuklar da bu soğuk bakışa katıldı. Mağaza vitrini çocukların bakışlarıyla kapanmıştı. Bulvar da ise hayat devam ediyordu. Çocukların ayaklarına tekrar baktı. Evet, ayakkabıları eskiceydi ama hepsi de mağazalarda satılanlar gibiydi. Hiç birinin kendi çocukluğu gibi ayağında kara lastik yoktu. Belli ki bu çocuklar kendi çocukluğunun yoksunluğunu henüz yaşamıyordu. Ya da karalastik kapitalistlerce artık üretilmiyordu.

Kendi ayaklarına baktı. Spor türü bir ayakkabı giymişti. Birden ayakkabılarını çıkarttı. Başparmaktan delik çorabını da çıkardı. Ayakkabılarını eline aldı. Birini var gücüyle vitrin camına fırlattı. Ayakkabı cama değip yere düştü. Cam beklediği gibi kırılmamıştı. Bulvarda hayat devam ediyordu. Kimse yaptığıyla ilgilenmemişti. Çocuklardan biri ayakkabısını aldı. Kendisine uzattı.

Amca ayakkabını düşürmüşsün!”

Elbette yumuşak spor ayakkabısının kalın mağaza camlarını kırmasını beklemiyordu. Ayağında köseleli kundura olsaydı belki vitrin camı kırılabilir, çocukların dikkatini çekebilirdi. O da kentin sakinleri gibi yumuşak spor ayakkabıyla dolaşıyordu. Bu anlamda onlardan bir farkı yoktu.

Ama çocukların bu ilgisizliğini de beklemiyordu. Onların camları kırıp ayakkabılarını almasını mı ummuştu? Ya da eylemi daha da büyütüp bulvarı cehenneme çevirmeyi mi ummuştu, bilmiyordu.

Belki çocukluğundan kalan asi bir duygu uyanıvermişti. Çocukluğunda da muhtemelen böyle yapardı. Şimdi yanlış yerde ve yanlış bir araçla, belki yanlış bir zamanda gerçekleşmişti. Belki de çocukluğunun bu duygusunu, mağazayı seyreden çocuklar hissetmiyordu.

Belli ki çocuklar eskimiş ayakkabılarını değiştirmeyi düşünüyordu. Ve mağazaya bir öfkeleri yoktu.

Çocuğa teşekkür edip ayakkabıyı geri aldı. Yaptığı hareket çocuklar gibi bulvarda yürüyen kentlilerin de dikkatini çekmemişti. Bulvar da yürüyenler de kentin akan hayatına uyum sağlıyorlardı. Onları yürüten sisteme belki de öfkeleri yoktu. Ya da öfkeleri henüz adressizdi. Çünkü kentliler öfkeliydi ve her adımlarında bu hissediliyordu.

Mağazadan geri geri uzaklaştı. Çocukların bir kısmı hala oradaydı. Elinde spor ayakkabılarıyla bulvar sakinleri içinde yürüdü. Sonra spor ayakkabılarını rasgele fırlattı. Nasılsa şimdilik bir yere zarar veremiyordu. Ve ihtiyacı olan biri mutlaka onu bulurdu.

Çıplak ayaklarıyla kentin beton yollarını katederken kimsenin, çocukluğundaki gibi onunla ilgilenmediğini, ayaklarına bakmadıklarını fark etti. Bir zamanlar karalastiği için onu dışlayan kentliler, şimdi çıplak ayaklarını önemsemiyorlardı.

Ama kararlıca yürümeye devam etti. Belki çocukları etkilememişti ama birilerinin dikkatini çekebilirdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysi Ülgen Arşivi