Veysi Ülgen
Veysi Ülgen yazdı: Ayın karanlık yüzüyle yüzleşiyordu
Belki kentin ışıklarından kaçıyordu. Belki de gürültüsünden kaçıyordu.
Ve belki de kentlilerden kaçıyordu.
Neden kaçıyordu?
Belki birçok kentli gibi gece uyumamak diye bir derdi vardı. Ve uyumadığı için gecenin her anı ona ağır geliyordu. Belki de geceyi doğada tamamlamak kendisine iyi gelebilirdi. Bu amaçla giyinip dışarı çıktı.
Ama yürümekle kentten kurtulmak mümkün değildi. Park ettiği araca yöneldi.
Araçla kenti çabucak terk etti. Çok sonra aracın yakıtının bittiği yerde durdu. Araç ikaz ışıklarına rağmen yakıt almaya üşenmişti.
Durduğu yerde gökyüzü berraktı. Ama Nisan ayındaydı. Ve bulutlar her an gökyüzünü kapanabilirdi.
Aracın durduğu yerden kuzeye doğru yöneldi.
Neden kuzeye yöneliyordu?
Ve neden kentlilere hep kuzeyin umutlarından bahsediyordu?
Ya da gerçekten kuzeye mi yönelmişti?
Dağlar güneyde olsaydı güneye mi yönelecekti?
Bu ikilemler silsilesinde ki yürüyüşü bir sertliğe çarpmasıyla birden sona erdi. Yıldızların ışığı önüne çıkan kayayı görmesine yetmemişti. Önce yıldızlara baktı, sonra elleriyle başını kontrol etti. Alnında katı yapışkan bir sıvı akıyordu. Sıvıyı takip edince başın ön tarafında saçlı derinin yaralandığını anladı. Yavaş yürümüş olsa da çarpmanın bedeninde yaraya yol açması tabii ki kaçınılmazdı.
Böylece ruhunu inciten kentten kaçarken, bu defa bedenen inciniyordu. Bir süre bekledi. Elleriyle yaptığı yoklamada şişlik ve kırılmanın olmadığını anladı. Sadece kayanın sivri tarafına değen saçlı derisi kesilivermişti.
Belli ki her kentli gibi başını öne eğerek yürümüştü. Çünkü kentliler cep telefonlarıyla hep böyle meşgul olur ve hep böyle düşünerek yürürdü. Bu yüzden karanlıkta yürürken kafası kayaya çarpmıştı. Güneyine dönüp olduğu yere çömeldi. Otlar ıslak ve yumuşaktı. Elleriyle bir kısmını toparlayıp yüzünü sildi. Sonra başının yaralanan kısmına sürdü. Hafif bir baş ağrısı dışında kendini iyi hissediyordu. Etraf hafifçe aydınlanmış gibiydi. Gökyüzünde hiç bu kadar yıldızla karşılaşmamıştı.
Yaralandığı halde modern ışıklar altında ki kentten uzaklaştığına seviniyordu. Kentte gündüzün bayram yorgunluğuyla insanlar belki şimdilik uykudaydı.
Kendini sırtüstü ıslak otlara bıraktı. Üşümüyordu ve bir gece yaratığı tarafından ısırılma ihtimalini de önemsemiyordu. Ama kentli kolcu devriyelere yakalanmak ihtimali de vardı. Bu yüzden burada fazla kalamazdı.
Bir süre sonra yüzünü yokladı. Kanama durmuştu. Ama elleri kan kokuyordu. Baş ağrısı gittikçe şiddetleniyordu. Şimdi hastaneye istese de gidemezdi. Çünkü aracında yakıt kalmamıştı. Cebini yokladı. Telefonu da araçta kalmıştı. Yoldan ne kadar uzaklaşmıştı, hangi tarafa gidecekti, bilmiyordu.
Gökyüzüne bakmak belki ona iyi gelecekti. Evet yukarıda sayısız yıldız yanıp sönüyordu. Uzayla ilgili bilgilerini hatırlamaya çalıştı. Ve hatırlamaya çalışırken düzeltmeye çalıştığı morali daha da bozuldu. Çünkü yıldızların milyar yıl önceki hallerini görüyordu. Ve şu anda gördüğü hiç bir yıldızın şu anda var olup olmadığından emin değildi.
Ama karşısında ayın karanlık yüzü vardı. Bundan emindi. Ayın karanlık yüzünün her zaman soğuk olduğunu biliyordu. Yine coğrafya bilgilerinden ayın karanlık yüzünün hiç değişmediğini biliyordu. Bu onu ürkütüyordu. Mehtaplı geceleri düşünerek toparlanmaya çalıştı. Olmuyordu. Ay karanlık yüzüyle izin vermiyordu.
İnsanlar ve toplumlarda belki ay gibiydi ve karanlık yüzü hiç değişmiyordu.
Belki kendisinin de karanlık tarafı hiç değişmiyordu.
Kendisi karanlık tarafını göremediği gibi, insanlar ve topluluklarda karanlık tarafını göremeyebilirdi.
Ama görmek gerekiyordu.
Ay birkaç gün sonra hilale dönecek aydınlık yüzünü göstermeye başlayacaktı. Kent ise hep ışıklar içindeydi ve karanlık yüzü hep saklıydı. Belki de kentin ışıklarından değil, kentin bu saklı karanlık yüzünden kaçmıştı.
İşte ayın karanlık yüzü tam karşısındaydı. Onunla şimdi yüzleşiyordu.
Kendisinin de karanlık tarafıyla yüzleşebilirdi.
İnsanlar, topluluklar ve devlet gibi topluluk örgütlenmeleri de karanlık yüzleriyle yüzleşebilirdi.
Kentten kaçmak iyi gelmişti. Ayın karanlık yüzüyle karşılaşmıştı. Arık burada olmak ona iyi gelmeyecekti. Kaçmıştı, ama şimdi mutlaka geri dönmeliydi. Önce iyileşmek için kentin hastanelerine gitmeli ve kentin hekimlerine tedavi olmalıydı.
Bunun için yerinden kalkıp yola doğru yürümeliydi. Yerinden kalkmaya çalıştı. Ancak buza kesmiş bedeni yerimden kalkmam diyordu. Elleriyle çimene basıp destek yapıp kalkmaya çalıştı. Uluma sesleri karanlığa karışıyordu. Doğadaydı ve gece sakinleri bu davetsiz misafiri hoş karşılamayabilirdi.
Gökyüzünde milyar yıllık yıldızlara baktı. Ay şimdi oralarda bir yerde karanlık yüzüyle yıldızları arkasına alarak kendisine bakıyordu.
Yerinde donakalmıştı. Birden yüzüne damlacıklar vurmaya başladı. Nisan ayı kendini hatırlatıyordu. Sonra hızlanan yağış bile onu yerinden kaldıramadı. Yağmur yüzünü yıkadıkça ruhu da sanki berraklaşıyordu.
Ve sanki kentin tüm sıkıntısı ayaklarından toprağa karışıyordu.
Acaba yeniden kente gitmeli miydi?
Kentte onu anlayabilecek kaç kişi vardı?
Gitmek istese ruhuyla barışan doğa izin verecek miydi?
Ay karanlık yüzüyle bulutların ardından hala ona bakıyordu. Ve bir kaç gün sonra aydınlık yüzüyle insanlığı aydınlatmanın sabırsızlığıyla yıldızlarla beraber gökyüzünde dans ediyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.