Fatime Kartı yazdı: İki anne, iki teslimiyet

Kucağında bebeği, gözünü kırpmadan, korkusuzca ölüme gidiyor. Hem de nasıl bir ölüm! Hakaretler, küfürler, alaylar, itip kakmalar yerlerde sürüklemeler ve nihayet taşlamalarla gelen. Bütün bunlar değil O’na asıl acı gelen. Hatta bedenin ölümü belki bir kurtuluş. «...Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!» (Meryem/23) Acı olan, alnına çalınan bu kara leke ile beraber göçüvermek, hak etmediği, namus ve iffetine gelen suçlamalara cevap veremeden, aklanmadan gitmek. Ey Hârûn’un kız kardeşi! Baban kötü bir adam, annen de iffetsiz değildi.”(Meryem/28)

Çölde yapayalnız bir kız, karnında çocuğu ile insanlardan uzak ıssız bir yere çekiliyor, Bir akrabasına, yakınına değil ıssız çöle sığınıyor. Kendisine destek olacak bir Allah’ın kulu yok. Zaten böyle bir destek arayışında da değil. Allah’ın O’nun için çizdiği kadere razı ve teslim olmuş. “Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti...” (Meryem/23) Bu ibare O’nun Allahtan gayrı dayanacak hiçbir şeyi olmadığını en derinden en kuvvetli bir hissiyat ile anlamaya yetiyor. Bırakın doğum yaptıracak biri, başını sokacak bir kulübe, uzanacak bir döşeği yok. Ama O, doğum yapan her kadın için olmazsa olmaz, en doğal ihtiyaçlar olan bütün bunları düşünüp üzülecek durumda değil. Onu üzen, kahreden şey iffetine halel gelmiş olması... «...Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!» (Meryem/23) Çünkü İffeti ayaklar altına alınmış bir durum içerisinde. Üstelik bu kız yaşadığı toplumda iffet timsali, toplumun umut bağladığı özel bir kişilik. Kendisi de iffetini herşeyin üstünde tutuyor... “Meryem: ‘Eğer Allah’tan korkan biri isen senden Rahman’a sığınırım’(bana dokunma) dedi.” (Meryem/18)

Kime anlatabilir ki, kendisine insan elinin değmediğini, bakire olarak hamile kaldığını, iffetine gölge düşürecek bir davranış içerisine girmediğini?.. Nasıl aklanabilir?.. Aklanabilir mi?.. Bu olağanüstü duruma kim inanır. Zaten anlatamaz, kendini savunamaz bile. İnanılmayacağı kesin olan bir şeyi nasıl söyleyebilir, nasıl konuşabilir. Rabbi bunu biliyor ya! Kendisine derin bir itaat içinde olan bu kulunun sözünün fayda etmeyeceğini, adeta lal olduğunu. Namus ve iffeti söz konusu olduğunda bile teslimiyetinde zerrece sarsılma olmayan kula ancak bu şekilde muamele edilir Rahman tarafından “... İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım' de."(Meryem/2)

İtirazssız, amasız, fakatsız... Rabbinin dediğini yapmak. İşte teslimiyet, işte güven.. Gebe kalacağını öğrendiğinde de neden, niçin diye sormuyor. Teslim oluyor, ram oluyor Rabbinin hükmüne, O’nun hikmetinden sual edilmez düşüncesi ile. Kulluk bu değil midir zaten. Güvenle boyun eğmek, tam bir mutmainlik içerisinde. Kulluğun ve teslimiyetin bu derecesi nasıl bir iç huzurudur kim bilir. İmanın bu derecesi nasip olur mu bizlere de!..

İkinci anne kucağında çocuğuyla çöle bırakılıyor, Rabbinin emriyle. Çöl ve çocuk iki annenin ortak kaderi. Ortak olan diğer yönleri teslimiyetleri ama bunlarla sınırlı değil müşterekleri. Çocuklarını tek başına yetiştirmek zorunda kalmaları mesela, başka bir ortak nokta. Sanki Rabbimiz evlatlarını babasız yetiştirmek durumunda kalan annelere teselli oluyor bu iki annenin ortak kaderi ile.

Cebrail konuşmuyor bu anneyle birincisi gibi. Ama Cebrail’in konuştuğu peygamberden haber alıyor Allah’ın ona bu kaderi tayin ettiğini. Çocuğu ile çölde kimsesiz, evsiz, yiyeceksiz susuz kalması gerektiğini. Allah’a güvendiği gibi aynı zamanda O’nun peygamberine güven. Genç bir kadın, minicik yavrusuyla çöle terkediliyor. Bu emre nasıl teslim olunabilir ki?.. Akıl, bu emre teslim olmak ister mi? Hayır hayır, binlerce kez hayır. Sonu kesin ölüm ve helak olan bu emre akıl teslim olmaz, olmak istemez. Çünkü akıl hayatta kalma planları yapar. Bunun nasıl bir teslimiyet olduğunu teslim olmayan akıl kavrayamaz? Acaba akıl mıdır teslim olan, yoksa akılla beraber azalar hatta bütün hücreler mi? Teslimiyetin ne demeye geldiğini tüm zerrelerimizle öğreniyoruz iki annemizden.

İrdeledikçe daha çok ortak noktaları çıkıyor ortaya annelerimizin. Teslim olmanın sonucunda su ile mükafatlandırılmak mesela. Sanki dünyadaki tüm annelerin aslında benzerliğinin mesajını da alıyoruz aynı zamanda. Tek başına kalsa bile bir anne, kimsesiz, evsiz, parasız pulsuz, tüm imkanlardan yoksun bile olsa, asla bırakmaz evladını yaban ellere, teslim etmez, edemez çöllere, susuzluğa, açlığa, ortamın acımasızlığına. Feda eder herşeyini, gençliğini... Ömrünü hatta. Ve çocuğunu, imkansızlıklar içinde de olsa besler, sular, yalnızlıklar içerisinde yetiştirir de topluma hediye eder sonunda. Anne olmaktır işte bu... Bunca mücadeleyi verirse bir anne, mutlaka mükafatlandırılacaktır suyun serinliği ile... Gah alt tarafından akaıtılan bir ırmak, gah Zemzem ile.

18 Ekim Çarşamba, Diyarbakır

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatime Kartı Arşivi