Fatime Kartı yazdı: “Her Can Ölümü Tadacaktır, Sonunda Allah’a Döndürüleceksiniz.”

Ölüm de doğum gibi Allah (c.c)’ın bir kanunudur. Her doğan muhakkak ölecektir. Peygamberler de dahil olmak üzere bu kuraldan hiç kimse istisna edilmemiştir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın habibi, mü’minlerin gözbebeği Hz.Muhammed Mustafanın’da bu sonla karşılaşması muhakkak idi. Her halde acıların en büyüklerinden birisi onu dünya gözü ile görüp, kokusunu duyduktan sonra kaybetmek olmalı. Sahabeler bu büyük acıyı yaşadılar. Onu kaybetmek o kadar büyük bir acıydı ki, Hz. Fatıma ona ilk kavuşacak kişi olduğu müjdesini - ölüm haberini- alınca sevinçten gülüyordu. Daha sonra büyük kayıptan dolayı duyduğu acıyı şu sözlerle dile getiriyordu: “O gün gökyüzünün ufukları karardı. Günün ortasında güneşin aydınlığı köreldi. İkindi vaktinde kâinatı karanlık içinde bıraktı. Peygamberin vefatından sonra yeryüzü O’na üzüntüsünden bir kum yığını haline geldi. Artık şimdi doğunun ve batının şehirleri ona ağlasın. Mudar ve Yemen’in bütün kabileleri matem tutsun.” Sahih-i Buhari

Büyük sahabi Hz. Bilal onun vefatından sonraki ilk ezanı okurken sıra onun adını telaffuz etmeye gelince boğazı düğümlenecek bir türlü onun adını söyleyemeyecek, ezanı tamamlayamayacaktı. Ve bir daha kimse onun sesinden ezanı işitmeyecekti. Üzüntüsünün büyüklüğünden sevgilinin yaşadığı şehirde kalmaya takati yetmeyecek, Mü’minlerin emiri Hz. Ebubekirden izin alarak Medine’yi terk edecekti.

Onun ayrılık acısıyla ağlayan Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir ona olan özlemlerini dile getirmişler, birbirlerini teselli edemeyince, onun kokusunu duymak ve teselli bulmak niyetiyle Hz. Peygamberin” annemden sonra annem” dediği kadınlardan biri olan dadısı Ümmü Eymen’in kapısını çalmışlardı. Onları ağlarken görünce o da onlarla beraber ağlayacaktı. “Biz sende teselli bulmaya geldik görüyoruz ki senin bizden farkın yok” dediklerinde Ümmü Eymen ashabın yüreklerini dağlayan diğer acı gerçeği hatırlatmıştı. “ben onu göremediğime ağlamıyorum, gökten bir daha haber alamayacağımıza, vahyin kapısının kapanmasına ağlıyorum.”

Sabah-akşam Yüce Allah’ın yeni bir mesajına muhatap olmak bu mesajı sevgilinin (s.a.v) sesinden dinlemek onunla göz göze gelmek ona dokunmak onun soluduğu havayı teneffüs etmek… Ne büyük bir bahtiyarlık!.. Ancak, her güzel şey gibi bu da son buldu. Onunla yaşamak muhteşem bir duygu olduğu gibi onu kaybetmekte acıların en büyüğü olmalı. Ashab bu iki duyguyu iliklerine kadar yaşadıkları için onun mirasına sıkı sıkıya sarılmaları gerektiğini de çok iyi biliyorlardı. Ve yine biliyorlardı ki bir peygamberin gerçek ölümü onun bıraktığı mirasa sahip çıkılmamasıyla, onun getirdiği mesajın ortadan kalkmasıyla olur. Onun mirasının ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Mü’minlere bir vasiyet hükmünde olan veda hutbesinde “size iki emanet bırakıyorum onlara sarılırsanız sapmazsınız bunlardan birisi Allahın (c.c) kitabı, diğeri benim sünnetimdir” demişti. Ashab da onlardan sonraki nesil de bu mirasın değerini bilerek yaşadılar. Bu mirasın kolayca elde edilmediğini, nice zorluklara, işkencelere, kayıplara mal olduğunu biliyorlardı. Onu kaybetmemek ve gelecek nesillere ulaştırmak için üzerine titrediler. Yapılan icraatlara baktığımızda bütün enerjilerini bu yönde sarf ettiklerini görürüz.

Sonraki nesiller maalesef bu hassasiyeti gösteremediler. Allah (c.c) kelamını koruyacaktı. Vaadi vardı çünkü: “Zikri biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz.” buyuruyor yüce kitabında. Ve yine âlemlere rahmet olarak gönderilenin sünneti de korunacaktı ama gönül istiyor ki bunda bizim emeğimiz olsun biz de bu şerefe nail olalım seleflerimiz gibi. Ancak bu nesil ona sarılma , ona göre yaşama,onun pak siretini yudum yudum içme duyarlılığını kaybettiği gibi Kur’an ikliminde yaşama bilincini de yitirmiş gibi görünüyor maalesef. Bu nesil Kur’an’ın kutsal kitap olduğunu bilmiş fakat onu kutsamak adına dokunulmaz yaparak kılıflara ve yüksek raflara koymuş, kılıfından ancak mezarlıklarda okumak ve sevap kazanmak arzusuyla çıkarmıştır. Peygambere de iman etmiş ve onu sevmiş, ancak onu tanıyıp, tanıtma ve hayatında model oluşturma çabasına girmemiştir.

Mekkeli müşrikler o bir gün ölecek ve davası bitecek diyerek teselli ediyorlardı kendilerini. Allah(c.c) onlara şu karşılığı veriyordu “Ey Muhammed senden önce hiçbir insana ebedi hayat vermedik. Sen ölürsen onlar baki mi kalacaklar.”enbiya 21/34 Yine, “O ebterdir-soyu kesiktir” diyenlere : “Biz sana kevseri verdik, … asıl ebter olan, sana ebter diyendir” Kevser suresi cevabını vererek biz mü’minlere de şu ihtarda bulunuyor: Ebter olmak istemiyor ve kevseri elde etmek istiyorsanız ona ve getirdiklerine tabi olun.

Ve yine, eğer Allahın dini konusunda sebat etmezseniz zarar edecek olan sizlersiniz dercesine şunu hatırlatır Yüce kitabında: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelmiş geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz. Kim geriye dönerse Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.” Ali İmran 3/44

Peygamber (s.a.v)in pak siretine ve onun getirdiği mesaja sımsıkı sarıldığımız müddetçe o bizimle yaşamaya devam edecektir. O zaman onun bizler için döktüğü gözyaşlarının hakkını vermiş olacak ve onun bizim için kullandığı “kardeşlerim” hitabına layık olacağız.

Onunla yaşamak, onun gibi olmaya çalışmak, çocuklarımıza ve gençlerimize onu model sunma gayreti bizim en büyük sevdamız olmalıdır. Unutmayalım ki bu sevdamızın sonu ona kavuşmak olacaktır. “Ben sizin Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Sizin İslam’a hizmetlerinize şefaat edeceğim. Vallahi şu anda havuzumu görüyorum... “ Buhari “cenaiz” 73 Müslim “fedail” 9 Müjdesine nail olmak temennisiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatime Kartı Arşivi