Veysi Ülgen
Dr. Veysi Ülgen yazdı: Çünkü çok açtılar!
Kentin kalabalığından kaçan arkadaşını en güzel şekilde karşılamak istiyordu.
Kentten kırsal kesime büyük hayallerle gelen arkadaşını hiç olmazsa doğal asma üzümü ikram etmek istiyordu.
Çünkü başka ikram edebileceği bir meyvesi yoktu. Bahçedeki ceviz ağacı üzerinde ağaçkakanların deldiği boş cevizler öylesine duruyordu. Bademler bu yıl yine iklimden nasibini almıştı. Tek tük kalanları da ağaçkakan ve akraba kuşlara nasip olmuştu. Diğer meyveler kuraklıktan olgunlaşamamıştı.
Koca bağ içinde asmaları gezerken sağlam bir salkım üzüm arıyordu. Ama koca bağın içinde misafirlerine ikram edeceği sağlam bir salkım bulamıyordu. Olgun üzüm salkımların neredeyse tümü aç yabani hayvanların dişlerinden nasibini almıştı. Yabani hayvanlar olgunlaşan üzüm salkımlarını kendisinden önce halletmişlerdi. Asmaların altı dökülen ve ezilen üzüm taneleriyle doluydu.
Sonuçta üç mevsim emek verdiği bağ yabani aç hayvanlara yiyecek olmuştu.
Budama, zahmetli kazma, gübreleme derken bağ üzüm salkımlarıyla şenlenmişti. Mevsim üstü sıcaklara karşın su kıtlığında iki defa sulamıştı.
Çocukluğunun bağları gibi olmasa da bu yıl iyi bir verim bekliyordu.
Ancak onca emeği boşa gitmişti.
“Fazlaca masraf etmişsin bir salkım üzüm yiyemiyorsun. Cevizin, bademin de yok. Bahçen de kurumuş. Bide biz kentlilere bağ bahçem var diye hava atıyorsun. Hayvanlara çalışmışsın.” diyen arkadaşına
“Hayvanların yemesi beni rahatsız etmiyor.”
“Seneye yine bağa emek verecek misin?”
“Büyük bir zevkle! Onların yemesi zoruma gitmiyor.”
Böyle dese de içi sızlıyordu. Aslında bağ sıkı ve kalın tel örgülerle çevriliydi.
Ama bu tel örgüler tilkilere ve sansarlara engel olamıyordu. Domuzlar tellerin altından tünel kazarak giriyordu.
Tüm bunlar çok tanıdık olduğu açlık duygusundan kaynaklanıyordu. Çok aç kaldığı zamanlarda bir lokma ekmek için gözünün döndüğü anları hatırlıyordu.
Ne zaman sıcak ekmek kokusuyla karşılaşsa, fırın önlerinde, mide gurultulu aç bekleyişlerini hatırlıyordu. Açlık her zaman onu gergin günlere götürüyordu.
Doğada bir başına yaşayan hayvanlar da açtı.
Ve bu aç hayvanlardan “siz çıkarlarınız için doğamızı yok ettiniz. Beslenme alanlarımızı işgal ettiniz. Besin zincirimizi kırdınız. İnsanlar yüzünden doğada yiyecek bulamıyoruz. Evet, çok üzgünüz. Çok emek verdiğin üzüm bağın bize nasip oldu. Çünkü çok açız. Açlığın ne olduğunu biliyorsan bize kızmamalısın.
Aç olduğumuz için üzümlerini afiyetle yedik.” dediklerini duyar gibiydi.
Demek ki doğa o yabani hayvanlara yetmiyordu. İnsan doğada ki besin zincirini parçalarken bağın lafı olmazdı.
Elbette insanoğlu her canlıyı alt edecek donanıma ve bilgiye sahipti. İsterse bağına saldıran hayvanları da bertaraf edebilirdi.
Kendi emeğiyle hayvanların açlığını karşılaştırıyordu. Arkadaşı ona teselli gözlerle bakıyordu.
“Doğal su kaynakları gördüğüm kadarıyla yetmiyor. Çeşmelerin çoğu kurumuş
Kalanlar da yetmiyor. Elektrik ve makine olmadan burada su bulamazsın. Yani bir köylü olarak biz kentlilere muhtaçsınız.”
Misafir ettiği arkadaşıyla, sanayi, tarım ekoloji tartışmaları yürütecek durumda değildi. Asmaların altında sağlam üzüm tanelerini toplamaya çalışıyordu. Başını kaldırdığında telin öte tarafında bekleyen ineklerin aç bakışları ile karşılaştı.
Onlar asma yapraklarına ve etraftaki kurumuş otlara yiyecek gibi bakıyordu.
Açlığın vurduğu öfkeyle tellere her an saldırabilirlerdi.
Belki telleri kaldırmalıydı. Ama insanların hayvanlardan önce burayı talan edeceğini de biliyordu.
Asmaların altından terli alnıyla sıcacık masmavi gökyüzüne baktı. Nicedir gökyüzünde kuşlar uçmuyordu. Çünkü dere kurumuş, tarlalar kıraç ve avcılar acımasızdı.
“Hava sıcak, bence çaya inelim, biraz serinleriz.”
Şapkasına doldurduğu üzüm taneleriyle arkadaşının yanına gitti.
“Bu yıl salkımsız böyle idare et.”
“Teşekkür ederim, bu da çok güzel.”
Kurumuş dereden bodur meşelerin gölgesinden çaya indiler. Orada kurumakta olan bir çeşmenin başında iki adam gözüne çarptı. Kıyafetlerinden ve silahlarından avcı oldukları anlaşılıyordu. Çeşmenin yanındaki kayada öldürdükleri iki kuşun iskeletini fark ettiler. Kemikleri göze batan kuşların ne tür kuş olduğu da belli değildi.
“Bunları boşuna öldürmüşüz. Baksana sadece bir deri bir kemik kalmışlar.
Demek ki çok aç kalmışlar.”
“Ama hiç kuş vurmadan eve boş dönseydik millete ne derdik. Avdan boş döndü diyeceklerdi. Yakışır mı bize.”
Kentli arkadaşı manzaradan ve konuşmalardan çok rahatsız olmuştu.
“Bir dahaki sefere ve boş gitmemek için artık birbirinizi vurursunuz. Çünkü bu gidişle avlayacağınız bir deri bir kemik kuş bile kalmayacak!”
İki avcı kemikli kuşları orada bırakarak çaya doğru, onlar ise kaçtıkları kente yolalırken, doğa onlara ne olur bir daha gelmeyin diyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.