Veysi Ülgen yazı: Bir İkramlık Sıcak Ekmek

Bir Ekim sabahında, minik serçeler pencerede ıslak ekmekleri iştahla gagalarken, evin kocamış kara kedisi, kanepeye pusulanmış, camların arkasında çaresizliğine hayıflanıyor. Şu cam olmasa yakalasam şu serçeyi, etini parçalasam ve Hanfendi’nin mama kabına koyduğu kuru ekmekten kurtulsam diye düşlüyor.

Hala heyecanla umudunu koruyorken serçeler birden kanatlanıyor. Kasede ıslak ekmekler bitmiştir, kuşlar doymuştur, bir dahaki ziyafete kadar kırlara uçma zamanıdır.

Doymak serçeleri uçuruyorken, açlık kediyi başka düşlere sürüklüyor. Düş yetmiyor, açlık içinde sadece bayat ekmeklerin konduğu mama kabına yöneltiyor. Hanfendi’nin son zamanlarda ona neden mama değil de bayat ekmek bıraktığını merak etmeden, insanların ekonomik meselesini umursamadan, intikamını nasıl alacağını düşünerek, pençelerini bileyliyor. Çünkü açtır ve doyan kuşların teşekkür etmediği gibi, önüne mama kabına konan ekmeğe şükretmeyecektir. Nasılsa teşekkür ve şükür onu izleyen adam gibi düşünen insanların meselesidir.

Kara kedinin bihaber olduğu ve umursamadığı ekonomiden sıkıca haberdar olan ve sıkılasıca umursayan adam, kediyi izlerken ekmekle arasındaki kavganın gerilimindedir. Ve

diyetisyenin ısrarla hamurdan, özcesi ekmekten uzak dur tavsiyesi sanki geçmişine bir meydan okumadır.

Ekmekten nasıl ve ne kadar süre uzak durabilecektir? Ve en hüzünlüsünden çocukken annesinin kah taştan yapılı sêl ekmeği, kah tandır ekmeğiyle büyümüşken, yatılı okulda somun ekmeği ile ilk tanışıklığını hatırlıyor. Sonra fırında pide ekmeğiyle tanışması, eskinin uzun bayram günlerinde, fazladan ekmek almak için arife gününde fırın da sıraya girmesi, mis gibi kokan sıcak ekmekleri taşıması ve sokakta karşılaştığı komşunun kızıyla birer ikişer eksiterek eve varmasının nostaljisini hissetmek istiyor.

Önce ekmek diyen, büyük kıtlığı ve açlığı yaşayan, yerde ekmek kırıntılarını toplayan, onun çöpe atanlara bağırıp çağıran, sonra ekmeği emektar elleriyle çöpten çıkaran ve öpüp başına koyan rahmetli babası kadar ekmeğin kıymetini Afrika’lı bedbaht çocuklar ve belki Avrupa yollarında Asya’lı mülteciler, bilebiliyordur. Çünkü ekmek modern insan için sofradaki herhangi bir besindir

Evet çok güzeldi, çocukluğun firari günlerinde, bazen tereyağlı ve kaymaklı, bazen salçalı, bazen çökelekli ekmekleri ağız dolusu dişlemek ve buğday başaklarına karşı meşe gölgesinde

Maksim Gorki’nin ‘Ekmeğimi Kazanırken’ romanını okumak.

Ve önce babasının, sonra büyüklerin, toplumsal sorumlulukları karşısında ‘ Önce Ekmeğini

Kazan ‘ nasihati ve sonra da otoritenin ‘Önce Ekmeğini Kazan’ tehdidiyle, ekmeğe dönmek gibi davranıyor yapmak. Yani senin hikayen ‘önce ekmek sonra özgürlük’ diye yazılandır belki diyor kendi kendine. Bu sonbahar günün de özgürlüğü için ekmeği erteleyenlerin hikayeleri daha sert okunacaksa, bu ekmek hüzünlü havalarda Orhan Kemal’in ‘Ekmek Kavgası’nı okumak iyi gelecektir.

Bu hatırlatmaların üstüne ‘ekmek kazanmak’ uğruna onca değeri ötelemek hangi yaşamın kuralıdır diye düşünürken, diyetisyenin hamurdan uzak dur tavsiyesine daha sıkı sarılıyor.

Öğrenciliğin yoksulluk dönemlerinde, Dağkapı civarında, masada sepete en fazla ekmek koyan çorbacılarda ki ‘ekmeğe doyma’ günlerini hatırlıyor. Tabiiki cepte öğün yemeklerine verilecek para olmayınca çorbayla fazla ekmek yemek en eski ve en kolay bir doyma yöntemdir.

Şimdi üstüne hastane yapılmış yerde pasajın altında mis gibi kemikli çorba yapan, gerçek adını bilmedikleri Baba Feqir’ ın mini lokantasın da anılara gidiyor. Her çorba içmeye gidişinde bir kase çorbaya en az üç sepet ekmek yedikten sonra ses çıkarmayan yaşlı adam bir gün dayanamıyor ‘Ma insan bir tas şorbeyle üç ekmek yer mi qeşmerler’ diye kürsüyle kovalaması ile ekmeğe doyamamanın günleri yeniden başlıyor.

Eskiden bu kentin lokantalarında sepette bolca ekmek olurdu. Ve parası ayrıca alınmazdı.

Yıllar önce batıda ki metropollerin birinden gelen bir misafiri ‘ilk defa doydum’ demesi sepetteki ekmeklerin bolluğundandı. Ve az ekmek servisli restorantlarıyla metropol insanlarının sürekli aç olması çok olağan bir durumdu.

İnsanlar birbirine bir fincan kahve, bir sigara ya da bir bardak içki ikram etmeden evveli, bir

parça sıcak ekmek ikram ettikleri günlerde, acıların da sevinçlerin de paylaşılması daha mı

sahici, yoksa günümüzün çapsız ve insansız kapitalizmi mi bizi buna hasretliyor, karar vermek

zor değil galiba.

Mesele bugün bir sıcak ekmeği paylaşmaksa diyetisyenle kavga zamanıdır. O halde şafak sökmeden gidip fırından sıcak ekmek alıp, çay ocağın da namazdan dönen yaşlı amcalara ısmarlamalı. Sonra da yola koyulan genç işçi kızlara birer sıcak ekmek sunmalı. Ve kalanı kaçak çayla götürmeli.

Özgürlük böyle bir şey olabilir mi diye düşünürken kendini bir anda, meşe odunuyla ısıtılan eski bir fırının önünde buluveriyor. Ne de olsa bulguru ekmekle yiyen bir toplumun ferdidir. Ve ekmek yoksa hayat yoktur diyenlerin torunudur.

Ama ekmeğe zam gelmiştir ve bir lirası eksiktir, derken kendini zamanın gerçekliğin de buluveriyor. Artık muktedirin merhametine kalan özgürlüğü gibi, ekmeği de fırıncının merhametine kalmıştır.

Ve onca sosyolojik ve nostaljik sarmalında, ekmek için yeraltına inip kömürlü kefenle çıkanların haberiyle, eve neşesiz ve ekmeksiz dönmektedir. Böylece fırıncının merhametinden de kurtulmuştur.

Şimdilik iyisi eve gidip, neşesini kısmen bulma avuntusuyla kara kedinin Hanfendi’yi pençelemesini izlemektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysi Ülgen Arşivi