Sakir Diclehan
Şakir Diclehan Yazdı: Şiir ve Edebiyatın Gücü
Edebiyat, Allah'ın insana verdiği bir bağıştır. Buna sahip olan kişi, toplumda düşünce dirilişini gerçekleştirir. Bozuk düzenlere öldürücü darbeler indirir. Gönüllerde kahramanlık ve cesaret gibi duyguları ateşler. Ülkeyi ayağa kaldırır, insanları sarsar, kişileri şerden alıkoyar ve hayra yöneltir.
Bir edebiyatçı ve şairin kaleminde Hazret-i Musa’nın sahibi olduğu Asa’nın etkisinin bulunması ve kalemi ile dünyaya mesajını sunması gerekir. Maddi gayeleri ele geçirmek, servet sahiplerini hoşnut etmek veya şehevi arzuları tahrik etmek için kullanılan bir edebiyat ve şiir, haksızlık ve zulme uğratılmış, gayesi dışında kullanılmış demektir.
Sadece şiir kitabı sahibi olmak, insanları şair yapmaz. Eserlerin belli bir yerde toplanması tabii ki gereklidir, ancak şiirler belli bir olgunluğa erişmeden okuyucu önüne çıkarılırsa, hele bir de – geriye dönüşü olmayan bir yol olan – kitaba girerse, ham meyvenin dalından koparıldığı andaki tat olarak ancak okuyucuya ulaşabilir
Şairlerin, her şeyden önce şiirlerini bilim, düşünce ve kültürle süslemeleri gerekir. Çünkü bilimsiz şiir, temelsiz duvar gibidir ve yine bilimden yoksun şiir, ruhsuz beden gibi candan yoksun ve hareketsizdir.
Klasik edebiyatımızın büyük şairi Fuzuli'ye göre, şiirin asıl sermayesi derttir, gönlünde ıstırap ve dert bulunmayan, ciğeri yaralı olmayan insanın şiiri, tat ve zevkten hem uzak ve hem de yoksun olur. Şiiri etkili kılan, ıstırap ve derttir.
İslamiyet’in ilk yıllarında, Hazret-i Peygamber'e önceden çok eziyet çektiren ve cefa veren Şair Ka'b Bin Züheyr, Mekke'nin alınmasından sonra Taif'e kaçar, orada "Banet Suad" ki- Kaside-i Bürde diye ünlüdür- isimli uzun kasidesini yazar ve bunu Hazret-i Peygamber’in huzurunda okuyarak eski günahlarını affettirmek ister. Suâd yumuşak sesli, ılık bakışlı, gözleri sürmeli, vücudunun aşağı kısımları dolgun, yukarı kısımları zayıf, orta boylu, tebessüm ettiği zaman beyaz dişleri görünen bir ceylandır.
Hazret-i peygamber, Züheyr oğlu Ka'b'in bu hizmetine karşılık kasideye mükâfat ve caize olmak üzere kendi hırkasını çıkarıp ona verir. Bundan ötürü “Kasde-i Bürde” (Hırka Kasidesi) olarak ünlenir. Bu hırka, bugün Topkapı Sarayı müzesinde korunmaktadır
Kaside şöyle başlar:
“Sevdalı gönüllere şu dünya gerçekten dar
Nerede o sâdık dost, hani nerde o diyar?
En sonunda bulmuştum gönlümce bir nazlı yar
Bugün kalbim çok üzgün, gitti sevgilim Suâd
Kölesiyim ben onun, asla istemem âzâd”
Şair, kasidesinde Peygamberimizi “Hint kılıçlarından bir kılıç” olarak tasvir eder, fakat Hazret-i Muhammed, bunu "Allah'ın kılıçlarından bir kılıç" diyerek düzeltir. Bu olay gösteriyor ki, mahalli kalmaktan çok evrensel alanda at koşturan şairler takdir edilmiş ve eserleri de büyük bir etki icra etmiştir.
“Şüphe yok Resûlullâh aydınlatan bir nurdur
Onunla aydınlanmak bulunmaz bir huzurdur
Ümmetinden sayılmak başlıca bir gururdur
Gerçi Hint işi kılıç değerlidir, pek çoktur
O Allah’ın kılıcı, onun gibisi yoktur”
Üstad Sezai Karakoç’un ifadesiyle: “Şair, bir toplulukta, insanların içinde, kırık dökük bin mühürle mühürlü âhenkleri derler, toplar, demetler, buket haline getirir ve onu toprağın içinde uzanan zengin maden damarları gibi, edebiyat alanına uzatır.”
Sanatkârın bulduğu orijinal buluşlar, biçimler, yeni ses ve mazmunlar (imgeler), onun bütün bir dili arkasına takarak estetik plana dolambaçlar halinde yükselten bir kafiyesi ve değişik temalarla adeta bir kadının yüzünün gerisindeki senfoniden devşirdiği mısralar, onun sanatkârlık gücünü gösterir.
Şair, yalnız samimi değil, aynı zamanda samimiliği yoğuran ve ondan yeni bir ruh biçimlendirendir. Yaşamla sözün zıtlığını gidermek, duygu ile kelime arasındaki zarlara zarar vermeden ve yırtmadan, hayat ağacına asılan bir meyve gibi bazı eğilimleri eser haline getirmektir sanatkârlık görevi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.