Sakir Diclehan
Şakir Diclehan yazdı: Büyük İnsanların Cömertliği: Üstad Necip Fazıl Kıskürek
Ruhun özelliğini ve açığını ifşa eden iki uç vardır insanoğlunun doğasında… Cimrilik ve israf… Bunun yanında insana değer katan ve toplumda ona yer ayıran özellik ise cömertliktir.
Allah’ın verdiği nimetin kıymetinin bilen, onun kendisine verilen emanet olduğunu, rastgele ya da nefsini ve keyfini okşamak için değil, yerli yerince, Tanrı rızası için ve layık olduğu hizmete sarf etmektir cömertlik… Bunun yanında eldeki hizmet güçlerini ve imkânlarını bulanık ya da kısır niyetlere yatırmak, elde tutup onu bir nevi varken yok haline, sağ iken ölü durumuna getirmek ve ayağa düşürmektir cimrilik…
Zamanımızı, maddi varlığımızı ve yeteneklerimizi ve deneyimlerimizi, yerli yerinde ve gereğince ideal uğruna harcamamız cömertliktir. Hatta bir erdem ve görevdir aynı zamanda... Cimrilikle israf, aynı ruhun, yani içe dönük ya da dışa dönük şekilleridir. Cimri, müsriftir, müsrif de cimridir daima… İdealist insan, bu iki ruh halinden Tanrı’ya sığınmalıdır her zaman…
Gazeteci, yazar ve spiker Baki Süha Ediboğlu anlatıyor: “Ben, Necip Fazıl’ı 1935 yılı sonlarında İstanbul’da tanıdım. Daha sonraları, Ankara’da sık sık görmeye başladım kendisini. Ağaç dergisini çıkarıyor (1936), etrafını alan dostlarını ve hayranlarını lokantalara götürüyordu. Avuç dolusu paralar sarf ediyordu Necip Fazıl. Neme lazım, eli açık, hatta müsrif bir insandı. Para, onun avucundan hazan yaprakları gibi uçar giderdi. Bu yüzden ona aramızda “PRENS” adını vermiştik.
Bir akşam 7-8 kişilik bir grup halinde bizi, Ankara’daki meşhur Tabarin’e götürmüştü. Aramızda hasisliği (cimriliği ) ile meşhur rahmetli Nahit Sırrı Örik (çevirmen) de vardı. Geç saatlere kadar yiyip içip eğlendikten sonra Necip Fazıl hesap istedi. Hesabı getiren garsona da paranın para olduğu zaman tam 50 lira bahşiş bıraktı. Hepimiz hayret içinde kaldık… Hele Nahit Sırrı, o incecik sesiyle bağırarak isyan etti:
-Ayol siz delirdiniz mi?... Hiç 50 lira verilir mi?
Necip Fazıl, bir milyarder edasıyla fütursuz cevap verdi.
-Hani ben sizden bir zamanlar 50 Lira borç istemiştim de paranız olduğu halde, param yok, veremem, demiştiniz. İşte şimdi o 50 Lirayı ben bir garsona veriyorum. Sizi birazcık olsun para kullanmaya alıştırmak istiyorum…
Nahit Sırrı, kendi cebinden bir kuruş çıkmadığı halde Necip Fazıl’ın bu hareketine son derece öfkelendi ve sesinin tonuna garip bir hüzün takarak:
-Ben, sizinle bir daha hiçbir yere gitmem… Günah değil mi paracıklarınıza! Dedi.
İşte büyük insanların cömertliği… Büyük sanatkârların dillere destan ellerinin açıklığı…
Ben Necip Fazıl’ı İmam-Hatip okulunda (lise) öğrenci iken çıkardığı Büyük Doğu dergisi vasıtasıyla uzaktan tanımış ve git gide tiryaki olmuştum. 1966 yılında Yüksek tahsil için İstanbul’a gelmiş ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne (bugün adı artık İlahiyat Fakültesi'dir) kayıt olmuştum. İlk dini bayramda o zamanlar Erenköy’de kiracı olarak bir köşkte oturan Necip Fazıl’ın bayramını kutlamak için 15 kişilik bir grupla (tümü Diyarbakır İmam-Hatip okulu mezunlarıydı) ziyaretine gitmiştik.
Necip Fazıl çok şık giyinmiş ve bizi ayakta karşılamıştı. Oldukça zevkli döşenmiş salonun bir köşesinde çikolata ve şekerlemelerle dolu bir küp vardı. Her birimize emretmişti. Avuç dolusu o küpten çikolata almamız için... Hatta torunu Emrah bir programda dedesinden bahsederken o küpe boynunun ulaşmadığını dile getirmişti. Gerçekten de çok az insana nasip olacak türden cömert idi üstat Necip Fazıl. Zaten kendisi: “Sanatkâr cömert olmalı ki topluma bir şeyler verebilsin derdi.” İşte cömertlik böyle bir şey ve her zaman hayırla anmasına vesile olur insanın…
Cimri insanlara karşılık insanlık yine de özünde cömertlik duygusunu İlahi bir cevher olarak taşımaktadır. Özellikle hanımların cimri erkeklerin derdini ve çilesini asla çekemedikleri, bilinen ve yaygın olan bir düşüncedir. yaşam biçimi, cömertlikle süslü ailelerin ev ve barkların bacasından bereket ve mutluluk dumanlar tüter daima...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.