Yûsif Bedirxan
Güçlüye itaat; Stockholm Sendromu - III
Mağdurun ezenin safına geçmesi
Dün PattyHearst olayındaki ‘mağdurun, kendisini baskılayan koşullardan kurtulmasına karşın baskılayan tarafa geçmesinin sebebi nedir diye sorarak bitirmiştik. Srunun cevaplarına bakalım.
- E. Lansford, ‘Erken Fiziksel İstismar ve Sonraki Şiddetli Suçluluk: ProspektifBoylamsal Bir Çalışma’sında, “İnsan dâhil her türün bireyleri, doğdukları andan itibaren çevresel koşulları gözlemleyerek kendisine bir "yaşam normu" tasarımı oluşturur. Bu tasarımı kısıtlı ve dar bir çevrede oluştursa bile, genelleme yaparak tüm dünyaya ve yaşama atfeder. Şiddete ve tacize uğrayan çocuklar, bu şartlardan kurtulduklarında bile daha saldırgan ve karamsardır, bu çocuklar suça daha eğilimlidir” öngörüsünde bulunur.
- Peled, ‘Çocuklarını Taciz Eden İstismara Uğramış Kadınlar: Edebiyatın Eleştirel Bir İncelemesi’ araştırmasında, ise şu tespitte bulunur:Şiddete uğrayan kadınlar çocuklarını daha çok döverler.
Uzun süre dezavantajlı koşullar altında yaşayan insanların da daha çok suça bulaştıkları bilinmektedir. Şiddetli olumsuz koşullarda bulunan insanların bu davranışlarının nedeni elbette onların cinsiyeti, etnik grubu, ırkı vb. değil; olumsuz koşullardan kaynaklanan yaşantı birikimleridir.
Zira dünyaya ilişkin tasarımları, dünyanın vahşi, adaletsiz ve kötücül bir yer olduğudur. Yaşamlarını sürdürebilmek için kişiliklerini ve davranışlarını buna adapte etmişlerdir, artık hayatın temelinin hiyerarşiye ve güce dayandığına inanırlar. Buna uygun hareket ederler.
Bu şekilde bir zamanın mağdurları, ezilenleri, acı çekenleri dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair kötücül bir tasarım oluşturur, hayatta kalabilmek için de bu tasarıma uygun davranırlar.
Bu insanlar ancak kendi tasarımlarına uygun hareket ettiklerinde güvenli ve göreli özgür olduklarını hissederler. İnandıkları kurtuluş yolu güce sahip olup, onu diğerlerini baskılamak için kullanmaktır. Böyle insanlar adalete değil, hiyerarşiye inanırlar. Artık tutsak değil özgürdüler, mağdur değil muktedirdirler.
Evrimsel, psikolojik ya da sosyolojik açıklamaların hepsinde mevcut ortak bir noktadan söz edilebilir: Kendini seçeneksiz hisseden birey, yeni şartlarına adapte olur. Çünkü her bir canlı türü için hayatta kalmanın odak noktası, çevreye uyum sağlamaktır. Bu çevresel şartlar ne kadar sıra dışı olursa, birey de o kadar sıra dışı bir uyum yapmaya çalışır. Birçok durumda da sağladığı uyum sadece davranışsal boyutta kalmaz, düşünsel/duygusal bir dönüşüm de geçirir.
Bir insanın yüksek dereceden bir tehlike ile karşılaştığında doğal içgüdüsü, diğer türlerde olduğu gibi savaşmak ya da kaçmaktır. Bu, tüm hayvanların en temel dürtülerindendir.
Ancak bireyin tehdit karşısında “savaş ya da kaç” seçeneklerinin ikisi de mümkün olmadığında seçtiği üçüncü bir yol olarak, tehdit yaratan bireyin aslında tehdit olmayabileceği şeklindeki düşünsel/duygusal dönüşüm onu hayata bağlar. Freud, yüksek tehdit altında bulunan bir insanın, içinde bulunduğu duruma uygun savunma mekanizması geliştirerek kendisini tehdit edenle empati kurabileceğinden, bu şekilde zihnen “tehdit edilen”den “tehdit eden”e dönüşebileceğinden bahseder. Yani mağdur, saldırganla empati kurar. (A. M. Sandler: Anna Freud'un Psikanalitik Mirası. Çocuğun Psikanalitik Çalışması)
Seçenekleri tükenen birey kendisine farklı bir seçenek yaratmış olur.
Savaşamaz, kaçamaz; ancak bakış açısını ve davranışını değiştirir.
Başa çıkamayacakları bir durum, tehdit ya da şiddet altında köpekler sırt üstü yatıp bacaklarını sallar, maymunlar tırnaklarını yer, insanlar ise boyun eğip diz çökerler. Onlara diz çöktürenler ise, büyük olasılıkla, bir zamanlar başkasına diz çökenlerdir.(evrimagaci.org) Bitti
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.