Aziz Gülmüş
Aziz Gülmüş yazdı: Rehmo Dayı
Yoksulluğa alışkın yüreği, okyanusların bile kucaklayamadığı sevgiyle dolu, kuru ekmeğe, sırtındaki ağır yüke rağmen “şükür” diyen, şalvarından çekilecek bir iple yamaların patır patır döküleceği utanmaz bir yaşamın sevgi dolu efendisiydi Rehmo dayı (Xalê Rehmo)… Bir an bile yüzünü ekşittiği, öfkelendiği ya da ağzından kötü bir sözün çıktığı görülmemişti. Çocuklara tutkuyla bağlıydı. Çaresizliğin yüreğini kurak topraklara çevirmesine izin vermemişti. Onlara koskocaman bir lunapark inşa etmişti yüreğinin küçük bir bölümünde.
Ağabeyi Hasan’la Dicle kenarından eşeklerle kum taşırdı. Gecenin kör karanlığında yaz, kış, zemheriye aldırmadan üst üste giydiği yamalı kazaklar, yırtık çoraplarla şehrin karanlık dar sokaklarından Mardinkapıya ve oradan da çamurlarla cebelleşerek Dicle’nin cömert bağrına kazma ve küreklerle saldırıp “ekmeğini kumdan çıkarıyordu” Onu bir tek Dicle anlıyor ve yoksulluğuna azda olsa derman oluyordu. Eşeklerinin boynuna taktığı çıngıraklar korna görevini görürken, çıngırak sesleri sabahın ilk ışıklarını da müjdelerdi. Sayıları Onbeş-yirmi arasında değişen eşekler Rehmo dayının çilekeş yaşamının ücretsiz ırgatlarıydı.
Alipaşa’nın daracık bir küçe çıkmazında iki odalı üstü toprakla örtülü bir evde yaşamını sürdürüyordu. Odalarının birini eşeklerine ahır yapmış, kalan tek göz odada eşi ve genç yaşta ölen oğlunun çocukları ile barınıyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi köyden gelen akrabalarının da uğrak yeri olmuştu tek göz odası. Çoğu zaman köyden gelen akrabaları, hastalarını burada bırakıp köylerine dönerlerdi. Aylarca da uğramazlardı. Bu duruma bizzat küçükken ben de tanık olmuştum. Babamla bir hasta ziyareti için evlerine gittiğimizde tek göz odada tam üç hastanın yatakta olduğunu, bu hastaları ziyarete gelen onlarca insan da cabası. Bazen tek göz odasında yatacak yer kalmaz ve Rehmo dayı yaşamın çilesini paylaştığı eşekleri ile ahırda sabahlardı. Hastalarla uğraşmak bir yana, üstüne üstlük serum, pansuman hatta ilaç masraflarını bile yamalı şalvarının cebinden çıkardığı paralarla karşılarken bile hiç kimseye sitem etmez ve sızlanmazdı. Güler yüzü, saf ve temiz yüreği iyilik yaptıkça büyüyor, gözlerine sevincin tarifsiz ifadesini resmediyordu.
Yine gecenin zifiri karanlığında ağabeyi Hasan’la eşeklerini önüne katıp yeni bir günün kısmeti için Dicle’ye doğru yola çıkmışlardı. Kazma ve küreklerle eşeklerin üzerindeki kum heybelerini doldurmaya başlamışlardı. İşleri bitmek üzereydi ki ağabeyi Hasan’a “her tarafım toz içinde kaldı biraz bekle yıkanıp geleceğim” dedi. Hasan dayı epeyce bir süre bekledikten sonra Rehmo’nun gelmediğini görünce telaşla onun suya daldığı “Katır boğan” diye tabir edilen dicle’nin amansız girdaplarının bulunduğu tarafa doğru ilerler ama hiçbir ses yada kıpırtı göremez. Hasan dayı iyice telaşlanır ve bağırmaya başlar “Rehmoooo ..!, Rehmooo…!” Dicle bir nazlı gelin edasıyla sessizdir. Yanıt alamayınca sağa sola anlamsızca koşuşturmaya başlar. Hasan dayının feryatları yeri göğü inletir. Ama ne sesini duyurabileceği biri, ne de yardımına koşacak kimseler gelmez. Rehmo dayı “Katırboğan’da” kaybolmuştu.
Gün ağardıktan sonra çevreye haber salınmış ve iyi yüzme bilen gençler akıntının sürüklediği Rehmo dayının cansız bedenine ulaşmışlardı. Nehrin kenarına yatırdılar, ağıtlar… feryatlar… figanlar… Rehmo dayı bütün ağlamalara ve sızlanmalara inat yüzünden gülümsemeyi eksik etmemiş, gönül kapısını açık bırakmıştı. Bu ölüm insan olmanın bedelsiz bir ödülüydü belki de Rehmo dayı için. Hani hep derler ya “Öldü de kurtuldu” işte öyle bir şeydi..
Dicle “Katırboğan’a” küskündü şimdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.