Veysi Ülgen
Veysi Ülgen yazdı: Yine şüpheli bir yıla meçhul dileklerle giriyordu
Bir dönem yılbaşı eğlenceleri daha sahiciyken, onlar sur diplerinde, bazen kar yağışı altında, bazen de ayazda yıldızların altında hep sahici dileklerle yeni yıla girerlerdi.
Ama zaman ilerliyor, toplum değişiyordu. Onlar gidiyor, yerine ben’ler geliyordu. Ve dilekler de kişiselleşiyor, sahicilikten uzaklaşıyordu. .
Belki yeni yılda kendisi için dilekte bulunurken yaşadığı zaman ve toplum dileklerini anlamsız kılıyordu. Belki de yeni yıla girerken bir değişim umudu düşlüyordu.
Ama değişemeyen bu düzende kişisel dileklerinin ne anlamı olabilirdi.
Gerçek olan, yeni yıl ile dünya güneşin etrafında yeni bir döngüye başlıyor olmasıydı. Ama doksanlı yıllar biterken bu dünya aynı zamanda yeni bir bin yıllık döngüye de başlıyordu. Basında milenyum denilen yeni binyıla girme heyecanı dünyayı ve ülkeyi sarmışken, kent milenyum heyecanını umursamıyordu.
Belki doksanlı yılların karanlığı yılbaşı karşılamalarına çökmüşken hiç kimse binyıla girmeyi umursamıyordu. Belki de kuçelerde meçhul tetikçiler canları alırken kent hala matemdeydi.
Ölümün sıradanlaştığı dışarıya göre, içeridekiler yaşadıkları için şanslıydı. Köyler boşaltılmış, uzaklara gidemeyen aileler topluca kentin taş avlulu evlerine sığınmıştı. Sur diplerinde şarapla yeni yılı karşılayan qırıxlar ya hapiste ya da gurbetteydi.
Kentin bu kasvetli havasına rağmen yeni bir binyıla coşkuyla girmek istiyordu. Mesele şu ki, yeni binyıl döngüsüne nerede ve nasıl karşılayacaktı. Ölülerin mateminde ki taşların gölgesine sarhoşça sığınabilirdi. Ama yapamıyordu ve yapamayacaktı.
Yeni binyıla daha evrensel bir mana yüklenmişken faili meçhul namlulardan uzaklara gitmeli, yeni binyıla oralarda girmeliydi.
Dünyanın yeni bir güneş döngüsüne daha iki gün vardı. Gazeteler yeni binyıla İstanbul Taksim meydanında girecek insanların heyecanını yazıyordu.
Ve kararını verdi, bin yıla orada girecekti. Yol elbiselerini giyip hızlıca Seyrantepe otogarına yöneldi. Karlı yollarla aksayan ve uzayan yolculuğu İstanbul’da noktalandığında, yeni binyıla saatler kalmıştı. Hızlıca Odakuleden İstiklal caddesinde ki kalabalığa karıştı.
Kimi aceleci, kimi sarhoş, kimi umursamaz, kimi oynak, kimi hayalci, kimi fırsatçı milenyum şüphelisi insanları yara yara meydana ulaşmaya çalışıyordu.
Gürültü ortasında tam meydana yaklaşmışken tersine bir insan gelişiyle yüzleşti. Bazıları meydandan caddeye geri kaçıyordu. O bazılarına ezilmemek için kendini yerdeki bedenlerin üzerinden yan tarafa atıverdi. Sonunda ağrılar içinde caddedeki vitrinlerin arasında ki duvara dayanmayı başardı.
Milenyuma insanlar kaçarak, birbirini ezerek, bağırarak, zıplayarak, dans ederek giriyordu. Neler oluyordu demeden bir çevik kuvvet ekibiyle kuşatıldığını fark etti. Böylece bin beş yüz kilometre öteden geldiği Taksim meydanındaki milenyum kalabalığından kopartılmıştı. Ve sonunda aralarında biri ona serçe “ kimliğini çıkar “ dedi.
Üzerine bakındı, kimliğini cüzdanıyla düşürdüğünü fark etti.
“ Kimliğim yok. Cüzdanımla düşürmüşüm. “
“Nerden geliyorsun?”
“Diyarbakır’dan.”
Evet kentini ve kimliğini asla inkar edemezdi
“Demek Diyarbakır’dan buraya otel taşlamaya geldin.”
Şimdi bazılarının neden meydandan beriye itildiğini anlıyordu. Demek ki birileri meydandaki oteli taşlamıştı. Şüphelilerden biri ise bilinmedik bir karakola götürülen kendisiydi. Çünkü şüpheli bir kentten gelmişti.
İşte orada aradığı heyecanı burada bulmuştu. Nezarette her renkten şüpheli vardı ve hepsi de kimliksizdi. Belki de hepsi milenyumun şüpheli karşılayıcısıydı.
Dışarıda patlayan havai fişeklerin gürültüsünden yeni binyıla girdikleri anlaşılıyordu. Kimliksiz ve olağan şüphelilerin ortasında gözlerini kapatarak kendini Çarşı Karakolunda hissetmeye çalıştı.
Nihayet yılbaşı eğlencelerinin sahici olduğu zamanlar da, yine bir sur dibinde, yine sahici dileklerle yeni yıla, yeni binyıla, milenyuma giriyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.