Şevi Engin yazdı: Susmak çukuru

Birçok kadın hayatın olağan akışıyla meşgulken yaşadığı kaosu (kargaşayı) sorgulayamayabiliyor veyahut kaçabiliyor bundan. Alıştım deyip susmak için. Küçük şeylere indirgenmesin bu dediklerim lütfen. Büyük bir kaosun içinde olduğunun bilincinde olup ‘dünyanın sonu değil ya’ tesellisinin arkasına sığınıp devam eden kadınlardan bahsediyorum. İçinizde verdiğiniz savaşın mağlubiyetinin doğurduğu öfke yine içten içe sizleri bitirir. Duygularınız bir bütünken ne yazık ki yarıda kesiliyor, kesiyorsunuz. Hiçbir şey tam ve olması gerektiği gibi değilken, başkalarının söylemlerini önemsemek, ne kadar da fırtınalı değil mi ? Çünkü geleneklerin sizlere dayattığı eylemler var elbette. Kadın olarak fedakar, affedici, özverili, uyumlu ve sakin olmak gerektiği öğretildi. Tıpkı televizyonlarda karşımıza çıkan süper kahramanlar gibi. Halbuki onlara bile binlerce destek varken kadınların elinden tutup da hayatın set ortamına hazırlayacak hiç kimse yok. Bilim kurgu değil adeta yaşam kurdu. Hayatın olağan gidişine alışıp sessizleştiniz elbette. Ancak, sessizlik sadece kişisel bir tercih değil, aynı zamanda derin bir kayıptır. Potansiyellerini gerçekleştiremeden, düşüncelerini ifade edemeden ve yeteneklerini sergileyemeden yaşayan kadınlar…

Bu durum, sadece bireysel anlamda değil, aynı zamanda toplumsal gelişme açısından da zararlıdır elbette. Çünkü her kadının sahip olduğu deneyimler, görüşler ve yetenekler, toplumun zenginliğini oluşturur. Tüm bu sessizlik ve doğurdugu sebepler kadınları kronik hastalıklara ve hastalıklara yatkın hale getiriyor. Bilimsel kanıt sunmak isterdim ama hayatımı başka şekilde bir yazıda ele almam gerekecek. Konu ben değilim, biziz.

Bizlere yapmamamız gereken veya yapmamız gereken şeyler doğumdan ölüme sıralı liste halinde verilmişken bunlara uymayı bırakıp başımızı camdan biraz daha çıkarırsak manzaranın daha geniş olduğunun farkına varırız elbette. Ancak kendimiz olamadık üzerimize dikilen elbise bu diye başka seçeneğimiz yok kanısına inandırıldık. Tüm bunlar olurken kendi kendimizi hastalıklı bir hale soktuk. Bu bir mağduriyet yazısı değildir aksine uyanmak için geç olmadığının uzun bir bildirisidir.

Neden kadınlar hastalıklara erkeklerden çok daha yüksek oranda yakalanıyor hiç düşündünüz mü ?

Bu tür sarsıcı eşitsizlikler yalnızca genetik ve hormonal faktörlerle açıklanamaz; psikososyal faktörlerin de önemli bir yeri olmalı.

Tüm hastalıkların başı stres değil mi?

Tüm bunlar olurken yaşadığımız kronik stresin bağışıklığımızdaki etkisi bize hastalık olarak geri dönmekte. Kronik stres, vücuda sitokin dediğimiz bağışıklık askerlerini harekete geçirmek için kanda dolaşan habercilerin yayılmasına neden olur. Bu iltihaplanma sürecini başlatır ve bağışıklık sistemi normal denetim ve operasyonlarını gerçekleştiremez, yani savunmasız kalırız. Kronik stres enfeksiyonlara ve kansere karşı korunamamızın başlıca sebebidir. Kronik stresli insanların hastalığa yakalanma oranları ve iyileşme süreleri daha risklidir.

Günümüzde otoimmün hastalık vakalarının neredeyse %80'ini kadınlar oluşturuyor. Kronik ağrı , uykusuzluk , fibromiyalji ,sedef hastalığı, irritabl bağırsak sendromu ve migrenden muzdarip olma riski daha yüksek ve kalp krizinden sonra ölme olasılıkları erkeklere göre iki kat daha fazla. Kadınlar erkeklere göre iki kat daha fazla depresyon , anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor ve en ölümcül akıl sağlığı bozukluğu olan anoreksi prevalansı dokuz kat daha fazla görülüyor.

Tüm bunlara baktığımızda biz kendi kendimizin düṣmanıyız.Başkaları için değil kendimiz için yaşayalım değil mi?

Belki de istediklerimize eriştigimizde tüm bu olumsuzluklardan önce kendimizi sonra çevremizi koruruz. Sürekli stres yaratan eylemleri bir köşeye bırakıp kendimize odaklanmanın zamanı gelmedi mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şevi Engin Arşivi