Şakir Diclehan yazdı: Darbeler, muhbirlik ve üniversiteler

(Prof. Dr. Tahsin Yazıcı ve Prof. DR. Abdülkadir Karahan)

---Ne Ben Kürtçü, Ne de Sen Ermenisin---

Bir toplum, sorumluluğa duyarlı insanların topluluğu olduğu sürece yükselir ve yücelir, sorumluluktan kaçanlar fazlalaştıkça da o toplumun değerleri geriler, inişe geçer ve en sonunda da düşer. Sorumluluk, hayatın som bilinçle dolması demektir.

Darbeler, bu ülkenin tarihinde birer kara lekedir. Umudunu yitirmiş bir topluma bir teselli gibi sunulsa da, bu ülkenin hayatını alt üst etmiş ve problemlerin kat kat artmasına neden olmuşlardır daima.

Kaderin yavaş yavaş damlayan damlalarını kurutan, geri kalışı hızlandıran ve gündemden hiç düşmeyen darbeler esnasında, sefillerin harekete geçtiği ve başvurduğu “MUHBİRLİK”, bir ülkenin ve toplumun yüz karasıdır, özellikle Türkiye Cumhuriyeti hayatında.  Kendi ırkına karşı bir hıyanet içinde olanların bu yöntem yüzünden, nice evler viran ve harap olmuştur.

Son darbeyi gerçekleştirenlerin en ağır cezalarla cezalandırılmaları, bu ülkede yaşayan her aklı başında insanın arzu ettiği, benimsediği ve hemen gerçekleşmesini istediği bir dilektir. Ancak devletin tepesindeki kişinin “at izi ile it izi birbirine karışmıştır” şeklindeki beyanına bakılırsa, nice masum insanların canı yanmış, ocağı sönmüş ve muhbirliğe kurban gitmişlerdir.

Toplum hayatında, sorumlulukları sırtından atan, sorunları çoğaltmaktan, böylece de her kişinin bizzat kendisinin payına düşecek yükü arttırmaktan başka bir şey olmamıştır darbelerin eylemleri...

Darbeler döneminde muhbirlik, bir bekleyişe cevap vermekten çok, nice canların yanmasına ve insan ruhunun kararmasına neden olduğu bir realite olarak karşımıza çıkmaktadır.

12 Eylül 1980  Askeri Darbesi, bir zakkum ağacı olarak ülkenin toprağına dikilmiş ve büyük bir ölüm fermanının imzalanmasına neden olmuştur. O dönemde, ahlâktan yoksun bazı hocaların, askerlerin gölgesinden ve karton adamların merhametinden medet umar hale gelmeleri, yürek kanatıcı bir durumdur.

Prof. Tahsin Yazıcı, iki dönem İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dekanlığı yapmıştır. Daha önce dost olduğu, yediği, içtiği ayrı gitmeyen Prof. Karahan’la yolları ayrılır çıkar yüzünden... Karahan, Tahsin Yazıcı’nın kızı olan Suna’nın-ki benim sınıf arkadaşımdı- İran’ın 2500 Pers İmparatorluğunun kutlamalarına katılmak üzere hava alanına giderken Fakültenin resmi arabası içinde, mezuniyet tezini okumadan imzalamış ve ben bu olaya tanıklık etmiştim.

Öyküyü sonuna kadar okuma sabrını göstermeniz dileğiyle… Darbe olmuş (1980 Askeri Darbesi) ve Karahan’la aralarına kara kedi girmişti. Dekanlık yanında bir de muhbirlik görevi vardır  Tahsin Yazıcı'nın... Kenan Evren’e bir Mektup yollar ve Karahan’ın Kürtçü olduğunu ihbar eder. Oysaki Karahan’ın Kürtlük ve Kürtçülükle sadece ve sadece ilgisi, Siverekli oluşudur. Hayatında hiç bir zaman ne Kürt (Zaza) olduğunu ve ne de kürtlükle ilgisi bulunduğunu itiraf etmemişti. Ancak her dönemde onun Kürtlüğü gündeme gelirdi. Kenan Evren tarafından (o zamanki 5 kişilik askeri konsey) tarafından, Karahan’ın İstanbul Edebiyat Fakültesi'ndeki görevine son verilir…

Kara kaplı bir deftere sahip olan Karahan da hiç boş kalır mı? O da ihbarını yapar ve “Prof. Tahsin Yazıcı Ermeni”dir şikâyetinde bulunur... Oysaki onun da Ermenilikle tek ilgisi, annesinin 1939 Dersim olaylarından sonra din değiştirerek mühtediye (sonradan din değiştirme) oluşudur. Kığı’nın bilinen bir ailesine mensuptur. Sonuç: Tahsin Yazıcı da Fakülteden uzaklaştırılır… Nükleer bir dünyada yaşıyoruz….

Bunun üzerine edebiyatın gölgesine sığınarak şunları yazdım ben..

Şeyhülislam Yahya, şair Nef’i hakkında:

"Şimdi hayli suhenverân içre

Nef’i manendi var mı bir şair

Sözleri seb’a-i muallakadır

İmrü’l Kays kendidir kâfir

(Şimdi bir sürü söz ustaları içinde Nef'i'nin benzeri bir şair var mı acaba? Sözleri, sanki Yedi Askı'dır. (İslam öncesi Kâbe'ye asılan kıymetli şiirler) Ve Nef'i, kâfir olan İmriü'l Kays’in ta kendisidir.)

Bilineceği gibi Araplar arasında panayırlar düzenlenir ve burada okunan şiirlerin en ünlüleri, Kabe’nin duvarına asılırdı. 7 Askı şairleri içinde İmrül Kays’in çok önemli bir yeri vardır… Aslında, bu sözlerde hem övgü ve hem de yergi vardır.

Şeyhu'l-İslam Yahya Efendi'nin bu yergisine karşılık, şiirleri ölümüne yol açan Nef''i  de boş durur mu hiç? O’nun da cevabı hazırdır:

“Bize kâfir demiş müfti efendi

Tutalım ben ana diyem Müselman

Varıldıkda yarın ruz-i cezaya

İkimiz de çıkaruz anda yalan"

( Müftü efendi, bize kâfir demiş, tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Fakat yarın hesap gününde ikimiz de orada yalancı çıkarız.)

Sonuç: Ne Karahan Kürtçü, Ne de Yazıcı Ermeni’ydi…. Ahhh Muhbirlik…Ahhhh… Ahhh Askeri Darbeler.... Ahhh bazı Üniversite Profesörleri...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi