Aziz Gülmüş yazdı: Ne, ayı mı dedin? - I

Oğlum Muş'ta askerliğini yaptığı sırada ayak baş parmaklarının kırılması sonucu Tatvan Devlet Hastanesi’nde ameliyat edilmiş, sonra da beni arayarak: "Baba, bana hava değişimi raporu verdiler, gelip al" diye haber verince bayramın üçüncü günü Öz Erciş Seyahat otobüsü ile İstanbul'dan Tatvan'a doğru yola koyulmuştum. Aslında otobüs yolculuğunu seviyordum. Dinlenme tesislerinde çay ve sigara içmek,  etrafı izlemek bana ayrı bir zevk veriyor. Karayolunu tercih etmemin nedeni bu yüzdendir...

Otobüsümüz Ankara'ya olması gereken saatte değil de çok sonraları geldi. Arabada "Arıza" varmış da ondan. Muavinin sert ve asık suratından açıkçası "Neden beklediğimizi?" bile söyleyemedik. Önümde oturan Muşlu orta yaşlı iki adam kendi aralarında, "Burası Ankara mı, değil mi?" tartışması yapıyorlarken iddiaya girdiler. Bunlardan birisi muavini çağırarak:

“Kardaş burası Ankara mı?” diye sordular.

Asık suratlı muavin soranların yanına geldi ve kızgın bir yüz ifadesiyle, “Ne diyorsun?” dediğinde soruyu soran adam yumuşak bir tarzda (Biraz da tırstı herhalde), “Yok bir şey demiyorum, sadece burası Ankara mı, değil mi? diye arkadaşımla iddiaya girmiştim de” dedi.

Muavin, “Girme lan ! bana mı güvenerek iddiaya girdin?” diyerek sert çıkıştı.

Hiç bir şey demeden yürüyüp gitti. Bu saatten sonra korkudan ne çay ve ne de su isteyebildik açıkçası. Zaten tüm yolculuk boyunca ancak bir-iki defa, yüzünden düşen bin parça ifadeyle çay dağıttı.

Kendi kendime, "Ulan Diyarbakır Seyahat firmalarına kurban oliyim be! O kadar nazik bir şekilde hizmet ediyorlar ki anlatamam..." diye düşündüm.

Susuzluk ve çay içme isteğime büyük bir zulüm yaparak içimdeki organize ayaklanmayı bastırdım. Kayseri'yi geçtikten sonra uyumuşum. Uyandığımda Bingöl'e vardığımızı gördüm. Genellikle yolculuklarda pek uyumam ama uyanık kalıp isteklerime boyun eğip acı çekeceğime kabus görmeyi yeğledim. Bu arada sıkışmıştım, dayanacak gibi değildi. Son bir cesaretle muavine yumuşak bir ifadeyle: “Baba ne zaman mola verilecek?” diye sordum.

- Neden sordun? dediğinde, “Şey ... çok sıkışmışım da” dedim.

- Tut abê tut az kaldı, diyerek yanımdan uzaklaştı.

Gerçi daha Bolu'da iken araba bir dinlenme tesisinde tam iki buçuk saat beklemişti. Arabadan inerek "Neden beklediğimizi?" sormuştum. Hiç bir yanıt alamamış üstelik gözlerime dik dik bakarak resmen : "Sana ne ulan!" türünden bir bakış fırlatmışlardı. Yine de "Ne zaman mola verilecek ?" diye sormak büyük bir cesaret işiydi ve ben bunu başarmıştım. İşte "Analar ne yiğitler doğurur" söyleminin açık ve somut bir duruşunu göstermiş ve kendimle gurur duymuştum. Bereket Bingöl'ün çıkışındaki bir dinlenme tesisinde durmuş ve doğruca lavaboya koşmuştum. Eh yaşlılık "Tut !" demekle tutulmuyor bu meret... (Devam Edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz Gülmüş Arşivi