Ercan Çağlayan yazdı: Bir doğum gününe atfen
Yaş pastasına 31. mumu da ekleyerek, bugün otuzuncu yaşımı da geride bıraktım. Bu münasebetle, bu özel günümde yanımda olan, ya da uzaklarda olup da, gerek arayarak, gerekse de sosyal medya aracılığıyla, varlığını gösteren, iyi dileklerde bulunan tüm dostlarıma teşekkür ederim.
Tarihi devirler gibi insan yaşamı da iki devre ayrılır; Otuz yaş öncesi ve otuz yaş sonrası olarak...
Otuz yaş öncesi devre, gençlik devresidir. Yönlendirmeler sonucu olduğundan pek radikal kararlar olduğu söylenemez. Bukalemun gibi değişiklik gösterir. Hoppa şinanay bir hayat, laylaylom sevmeler.
Otuz yaş sonrasında ki dönem, öncesine göre olgunluk çağı olarak isimlendirdiğimiz, daha keskin, daha radikal, daha köklü kararlar alınan bir dönemdir. Artık 20’li yaşların lay lay lom günlerini, gamsız düşüncelerini, vurdumduymaz tavırlarını bir tarafa bırakıp büyüdüğümüzün farkında olduğunuz bir yaş dönemidir, Otuz ve sonrası.
Yaşamımızın yol haritasını belirlemek için, bu keskin kararları alırken birçok zorluklarla karşılaşıyor, kararlarımız arasında da bir savaşım, bir mücadele veriyoruz. Kararlar sorumluluk yükler, bu yüzden karar alma sürecini spontane değil de detay, dikkat ve sorumluluklar çerçevesinde almak gerekiyor.
Sorumlulukların daha da belirginleştiği bir süreç ile karşılaştırıyor bizi, yaş pastasındaki otuzbir’inci mum ve sonrası. Doyana kadar kalkmadığınız yemek masasının aksine çoğu zaman ayaküstü atıştırmalıklar ile geçer günümüz. Bakmaya fırsat bulamadığınız aynaya, bir sabah aniden baktığımız da saçlarımızın beyaz kısmının siyahları solladığını görürüz. Üzerine de alnımızdaki kaygı çizgilerinin daha da belirginleştiğini gördük mü, alın size stres, her gün Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu dizesini hatırlar dururuz.
“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar ?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”
30’lu yaşlar sendromu böylelikle başlamış olur. Özellikle o yaş grubunda olup, kaygılar yığınıyla dolu bir yaşamı olan, aile ve toplumun beklenti taarruzunun hedefi haline gelen bireyler kendisini bir Cenderenin içerisinde bulur. Aile ve toplum üzerinden yürütülen bu manevi baskı ister istemez bireyi olumsuz etkiliyor, kişiyi yoğun bir cendereye maruz bırakıyor. Bu Cendere bireyin sadece aile ve toplum ile ilişkileriyle sınırlı kalmayıp, aynı zamanda olgunluğun belirtisi olan fiziksel değişimiyle de bir kavga içerisine giriyor.
Müdahale edilemeyen beyazlar, aynalarla yaşanan düşmanlıklar, vücuttaki kırışıklıklar ardı arkası kesilmeyen kronik rahatsızlıklar.
Sevgili dostlar; sizlere yaş gruplarının insanlarda yarattığı bir takım değişikliklerden bahsettim. Murathan Mungan: “Yaşlanmak, zaman tanıma sanatıdır.” Der. Bende, yaş almak insanın kendisini tanımasını sağlar derim. Biyolojik yaşımız ilerledikçe yaşanmışlıkların önemini daha iyi kavrar, öncesinde anlam veremediğimiz bir takım şeylerin mana derinliğini yeniden fark ederiz. Yaşın insanda yarattığı fiziksel değişimden ne kadar şikayetçi olsak da her yaşın kendine göre bir güzelliği, bir estetiği var.
Yaş almaktan değil o yaşa bir şeyler ekleyememekten, inovasyon olamamaktan, kendinizi güncelleyememekten, başarınıza başarı katamamaktan korkun...
Sevgiler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.