Sakir Diclehan
Bir Çınarın Devrilişi: Ali Özek Hocanın Vefatı -II
Mısır’a Toprak, Kavun ve Leblebi Götüren Hoca: Mısır’da yaşayan Şeyhü’l-İslam Mustafa Sabri Efendi ve Osmanlı Hanedanı’na mensup Şehzade Şevket Bey, kendisinden istedikleri toprak, Kırkağaç kavunu ve Çorum leblebisini temin ederek İstanbul Havaalanı’na gider. O zaman Havaalanı var, fakat Türkiye’nin uçağı yok.
Havaalanında bu nedir diye kendisine sorarlar. Kendisi: “Mısır’da bir zat var istedi, ona götürüyorum” der. Kavun ile leblebi neyse de toprak ne için diye sorarlar kendisine…
“Osmanlı hanedanından Şehzade Şevket Bey istedi, kabrine koyacakmış, onun için götürüyorum” Der. İşte bu sırada işgüzarlık devreye girer ve rüşvet almakla ünlü cahil gümrük memurları, toprağı tahlil edeceklerini söylerler. Oysa Muğla’da kendi köyünün bahçesinden almıştır bu toprağı. Memurlar her halde eroin veya esrardan kuşkulanmışlardır. Küçük memur kafası ve düşüncesi işte… Adamın elinde bir şişe var, toprağa sokup çıkarıyor, gümrük memurları kendisini oyalıyorlar, uçağın kalkma zamanı da yaklaşıyor, uçağı kaçıracağım diye endişelenmeye başlar. Nasıl endişelenmesin ki, havaalanında kalacak ve bir daha kolay kolay uçak bulamayacaktır. Onlara bu, topraktan başka bir şey değil dese de, ille de tahlil istiyorlar. Memura laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan daha zor… “Ondan sonra da müsaade edin de müdüre çıkayım” der. Müdüre çıkar, adam gelir, bir de o kontrol eder. Ona da anlatır durumu…
“Hanedandan bir zat, Türkiye’ye gelemiyor, yaşlı bir adam ve yakında ölecek. Türkiye’den biraz toprak getir, kabrime koyayım diye benden istekte bulundu… Başka bir gayem yok…” Deyince, müdür insafa gelip “bırakın götürsün” iznini verir ve ondan kurtulur, uçağa da zor yetişir.
Said Nursi’yi Ziyaret: Ali Özek Hoca anlatıyor Hatıraları’nda: “İstanbul’da Şeyh Said Nursi’yi ziyaret ettim. Bu ziyaret Bekir Berk kanalıyla gerçekleşti. Said Nursi’nin yanında bulunan kimseler “Hoca hasta” diye kimseyi görüştürmüyorlardı. Şimdi hatırlamıyorum ama Beki Berk’i bir yerlerden tanıyordum. Bekir Berk, oradaki şahıslara telefon etti. Said Nursi, o zamanlar, Fatih Çarşamba’da ahşap bir evde kalıyordu. Tabii büyük insanlar farklı oluyor. Benim o zaman bir şeyden haberim yoktu. İmkânlar da sınırlıydı. Verilen adrese gidip içeri girdik. Bediüzzaman bir divanda sırtüstü uzanmış yatıyordu. Said Nursi’yi ziyarete giderken yanımda Konyalı Mehmet Nohutçu da vardı. Mısır’dan geldiğimizi ona söylemişlerdi. Elini öptük ve oturduk.
“Efendim size Sabri Efendi’nin selamı var” dedim. Bunu duyunca hemen doğrulup oturdu. Kendine bir çeki düzen verdi. Ondan sonra “Aleykümselam, kelamı nedir?” Dedi. Sabri Efendi’nin söylediklerini ona tekrarladım. O da “Bizim davamız iman davasıdır. Sabri Efendi’ye söyle gelsin, başımıza geçsin, ona tabi oluruz” dedi. Sabri Efendi, kaç talebesi olduğunu sor demişti. Ben de sorunca, “Beş yüz bin şakirdim var. Ben beş yüz bin şakirdim ile onun emrinde asker olarak hazırım. Bu iş benim değil, Mustafa Sabri’nin işidir” dedi. İki saat kadar yanında kaldık. Bu konuşmalar bittikten sonra, bana “Sen Ali Kılınçalp’ın mektuplarında bahsettiği Ali Özek misin? Dedi. Ben de “evet” dedim. Ali Kılnçalp, Said Nursi, Emirdağ’da kalırken ona hizmet etmiş çok değerli bir insandı. Sonra da ilme merakından dolayı Arapça öğrenmek için Mısır’a gelmiş. İyi ahbaptık. Sık sık görüşüyorduk”
“Bir âlimin ölümü, bir âlemin ölümüdür” sözünün ifade ettiği anlama eş tarzda Ali Özek Hoca, dünyasını değiştirdi. Hem de arkasında binlerce talebe ve öncülük ettiği hayır işleri bırakarak… Kim değiştirebilir kaderi ve onun tayin ettiği yürüyüşü… Allah rahmetiyle şad ve handan eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.