M. Bedri Baran yazdı | Cahit Sıtkı Tarancı: Mesele ölmek değil… - II

Yine Canip Yıldırım, Orhan Miroğlu’nun derlediği “Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı” adlı anı/söyleşi kitabında Cahit Sıtkı Tarancı’dan şöyle söz eder:
Lice'nin Jinezur köyünden geliyorlar. Pirinçoğulları'ndan bir aile. Ben o zamanlar Hukuk üçteyim, kendisi Fransa'ya gitmiş gelmiş, mütercimlik (çevirmenlik) yapıyor. Cahit abinin bir gün hasta olduğunu duyunca, (C. Sıtkı Tarancı’nın kardeşi) Yılmaz'a dedik ki, "Yahu Cahit abiyi ziyaret edelim”. O da "Hay hay" dedi, kendisi de memnun olur. Kalktık gittik. O zamanlar da işte bu garip akımının dönemi. Cahit Sıtkı, Garip akımından değil ama çok beğeniliyor, şiir dünyasında ayrı bir yeri var. Sonra topluma yabancı değil, birçok şaire göre topluma daha yakın. Biz Divan'cıyız ya... Coşkun Kadıoğlu dedi ki, "Cahit abi, bu şiirler de şiir mi yani, böyle şiir mi olur" dedi. Bak, Naili Kadim'in bir terkibi bendi var: Ey lebleri şeker güzelim dilberi rana, ettin beni Şeyda, bu kat ile bu zülf ile âşık sana, ey kaşları tuğra. Cahit abi dedi ki: "Coşkun sokağa bak, burada giden insanlar var, onlara bak. Akasya ağaçları var, bak onlara. Akasya ağaçlarının üstüne kuşlar konuyorlar. Gök mavi". Zaten diyor ya, "Gök mavi mavi ışıldıyordu, yeşil yeşil dallar arasından." Ben de Divan'cıyım ya, dikkatle dinliyorum. Divan şiirinde hep tahayyül var. Sadece imajine etme var. Tasavvur var. Platonik aşk var. Ben de dedim ki, "Cahit abi, bak Divan edebiyatında çok da güzel şiirler var. Terkibi Bendler, kasideler, gazeller var". "Mesela" dedi "ne?” Dedim ki, "Diyarbakırlı Vali'nin bir Gazel'i var". "Oku,” dedi. Edebiyat hocalarımız Kazım Vehbi, Osman Ocak, bu şiiri çok beğenirlerdi. Şiir şöyle: "Kurbiyeti gül/ Bülbüle de hare de kalmaz/ Hengami tarap meste de/ Huş" yana da kalmaz. Elbette olur pazideyi/ Ceyş-i zımıstan/ bu revnak u fer/ bağe de, eshare de kalmaz". Okudum, Cahit abi de dedi ki "Çok mazbut ve muhkem bir gazel bu".

Son derece duygulu bir insandı. Kibarlık her tarafından akardı; Kurtuluş'ta oturuyorlar, biz de imtihanlara hazırlanıyoruz. Ben Saracoğlu Mahallesi'nde oturuyorum. Fakültede ders çalışıyoruz. Gece saat 11-12, ben fakülteden çıktım. Kurtuluştan Saracoğlu Mahallesi'ne doğru gidiyorum. Kurtuluş'un önünde biliyorsun bir hayaban (iki tarafı ağaçlı yol) geçiyor. İki tarafı ağaçlı. O caddenin ortasında, 'baktım' uzaktan bir adam gidip geliyor gidip geliyor. Yaklaştım yaklaştım, bir de baktım Cahit abi. Zil zurna sarhoş! Zaten acılarını unutmak için, hep içkiliydi. Kendisini zar zor eve götürdüm. Nihal abla, bacısı, kendisini o halde görünce, "Niye bu kadar içiyorsun, elini öpeyim abi bu kadar içme" dedi ve ağlamaya başladı, Cahit Sıtkı, Ahmed Arif gibi son derece derbeder. Şapkası nerede, çorabı nerede, belli değil. Evde hiçbir şey yok, sadece yatar bu evde. Geceleri de zil zurna sarhoş gelir, efendime söyleyeyim, gece uyur, sabah da kalkar ofise gider, tercüme bürosuna yani. Bu bohem yaşancısının havasını veren bir şiiri var: "Bu akşam ilk olarak ağladım/ Bekar odamın penceresinde/ Hani ev bark, hani çoluk çocuk/ Elime ne geçti bilmem bu hayatın kerhanesinde, meyhanesinde/ Yatağım her gece böyle soğuk. Saadet bu ömrün neresinde?" Devam Edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Bedri Baran Arşivi