Fettullah Celik
İki düşünürün Kürt meselesi 2
(Burada Orhan Miroğlu araya giriyor: Cumhuriyetin kurulmasından sonra yaratılan bir şeydir. İşe yarıyor ama bu yaratılan şey.)
Yarıyor tabii. Ama Jakoben bir mantık var. Halktan uzak. Halkı hep yönetilecek, kendini yönetmekten aciz bir varlık olarak görme anlayışı. Kuvvete dayanır ve devletin bekası esastır. Mustafa Kemal'in yaptığı tek şey, devletin bekasını sağlamak. Devlete süreklilik ve hukuku işletecek kurumlar kazandırmak. Asayişi sağlamak bu bakımdan çok önemli. Kürtler de bu asayiş meselesinin temel düşmanları, onu 'ihlal eden bir halk gibi görünüyor. Çalkeoğulları, Abdurrahmanê Benê çetesi, Muşlu Fesih çetesi... Derik'ten, Diyarbakır'a gelinceye kadar, eşkıyalar yedi yerde adam soyarlarmış. Meşhur diyar-ı akube derler, köprü vardır, işte orada soygunlar hiç bitmezmiş. Hakikaten o dönemde anarşi had safhada. Merkezi bir otorite zorunlu oluyor. Yoksa o milliyetçilikler, elli çeşit biçim alıyor. Asıl mesele, devletin otoritesini yeniden tesis etmektir. Mustafa Kemal milliyetçiliğinin önceleri Kürt düşmanlığı yoktur, ondan sonra bu milliyetçilik Kürt düşmanı bir milliyetçilik haline geliyor.
Kabul edilmeyen bir adam: Ziya Gökalp
Ziya Gökalp tek başınadır, etrafında da üç öğretmen vardır, onun gibi düşünen. Diğerleri hepsi Ziya Gökalp'e karşıdırlar. Kabul edilmeyen bir adam. Ziya Gökalp'in Türkçülüğüne düşmanlığın en somut misali: Bizim müftü Derviş Efendi dolayısıyla Ziya Gökalp'le akrabalığımız vardır. Babamın ana tarafı, müftü Derviş Efendilerle akrabadırlar. Ziya Gökalp ile benim nenem Ümmü Hanım, babamın anası, çok yakın akrabadırlar. Ziya Gökalp gâvur olmuş. diyorlan Türkçülük gâvurluk anlamında kullanılıyor Diyarbakır'da.
Ve bir gün nenem Ziya Gökalp'le karşılaşıyor, bizim evde veyahut onların evinde. Diyor ki "Vah vah Ziya Beg duymuşum ki, sen murahhas-olmuşsan,” murahhas papaz demektir, "keşiş olmuşsun”. Türkçülük gâvurluk gibi algılanıyor. Bu nedenle, Kürdistan'da, hele Diyarbakır'da isyana hazır bir toplum var. Ziya Gökalp da diyor ki, "Ne korkudur ne ümit, Allah’ımı sevdiğimden taparım, bunu söylemek olacak şey midir, sen Allahtan korkmuyor musun?”
Kürtleşmiş Türkler: Kejan, Turgan, Karageçiler
Ziya Gökalp, aynen İsmail Beşikçi gibi, mütecessis, meraklı bir adam. Evlerinden Melik Ahmet Caddesi'ne çıkmak için bir sokak var. O sokağın da başında bir kahve var. Havuzlu kahve. Ziya Gökalp rüştiyede okurken, gelir hep o kahvede oturur. Haftanın muayyen günlerinde Karacadağ'dan gelen Kürtler vardır. Kejan, Turgan. -Bu aşiret de asıl olarak Türktür ama sonradan, Karageçiler gibi Kürtleşmişlerdir- aşireti var, İzol aşireti gibi böyle bir sürü aşiretler. Bunların mensupları, Melik Ahmet Caddesi'nin sağ tarafındaki büyük bahçede yoğurtlarını, yağlarını, peynirlerini, ker mey denen bir bitki var dikenli, bildiğimiz kenger, onlar kemey derler, işte bunları satarlar. Ve bunlar Ziya Gökalp'in hiç duymadığı bir dille konuşuyorlar. Yani Kürtçe'yle.
(Burada Orhan Miroğlu soruyor: Ziya Gökalp'in Kürtçe'yi hiç duymadığını mı düşünüyorsun?)
— Duyuyor tabii, ama onların bir farklılığının olduğunu da görüyor. Giyim kuşamlarıyla, dilleriyle, sosyal vaziyetleriyle filan. Bu farklı bir realite. Bu farklılık kimsenin umurunda değil oysa. Gökalp bunlara sahip çıkmak istiyor bir yerde, onları araştırmak, bilmek, tanımak, Ziya Gökalp'in Yetişme koşulları iyi, Yorgo diye bir hocası var bunun Diyarbakır'da. Bu hoca kendisine, jeolojiyi, biyolojiyi öğretiyor ve İttihat-Terakki'nin adamı. İttihat-Terakki için sürgün edilmiş. Devam Edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.