Şakir Diclehan yazdı: Necip Fazıl’ın çilekeş ve talihsiz annesi – II

Öyle ki babamın tavrı, anneme tahammül edemediği zamanlar, ”götürün!” kadını diyor, çocuk kadını, konağa yakın bir tarafta tuttukları bir evciğe taşıyorlar. Sonra “getirin!” diyor, yaka-paça konağa döndürüyorlar çocuk kadını…

Annem uğultulu konakta en hatırlı hizmetçiden bir derece daha üstün, asli kadronun en küçüğünden de bir derece aşağı ve herkesten gel-git emrine memur acı bir mazlumluk hayatı sürüyor ve bütün ümidinin, doğurduğu erkek çocuğa bağlıyor. Bana…

Baba Abdülbaki Fazıl Bey, Üstad’ın ifadesiyle: “ Gayet enteresan ve ilginç bir tiptir. Alakaya değer olan Abdülbaki Fazıl Bey, istidadına malik bulunduğu halde bir türlü olamamanın, yerini alamamanın hazin ve içinden mahzun bir örneği olarak trajik bir hayat sürmüştür. Çok genç yaşta evlendiği Mediha Hanım’dan 1917 senesinde boşanmıştır. Baba Fazıl Bey, bir yıl sonra 29 Aralık 1918 tarihinde Fatma Nigar Hanım’la ikinci evliliğini yapar. Bu ikinci evliliğinden “Orhan” adında bir çocuğu dünyaya gelir.

Şiirlerim ve Şairliğim:

Şairliğim on iki yaşında başladı.

Bahanesi tuhaftır:

Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp:

-Senin dedi, şair olmanı ne kadar isterdim!

Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetinin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:

-Şair olacağım!

Ve oldum.

Necip Fazıl, ilk zamanlarında, yaşadığı görkemli, hizmetçili, çok odalı bir köşkten, daha sonraki dönemlerinde, düşüş yaşayarak dayılarının gölgesine sığınacak bir noktaya gelir ne yazık ki... Kendisi,  bu düşüş ve yaşam öyküsünü anlatırken, zaman denizindeki gelgitlerle, med ve cezirlerle nasıl boğuştuğunu da gözler önüne serer böylece… "Nitekim babam, kendisi 30 yaşında ve oğlu 13 yaşındayken, annemi boşadı ve bana mektepten her çıkışımda dayıma, annemin yanına sığınmak düştü.

Babam, bir müddet sonra kendisine yazacağım mektuba;

-Ne de güzel yazın ve üslubun varmış!

Cevabını verecek kadar oğlundan habersizdi.

Dört yıl sonra, ben Erzurum’da dayımın yanındayken ölüm haberini alacak olduğum babamı bir daha görmedim ve onunla, o çağıma değin hepsi hepsi bir günlük kadar konuşamadım. "

Necip Fazıl, annesini akıcı bir üslupla anlatmaya devam eder: "Büyük derede yalıdayım… Halam ve çocukları da orada… Benim, hem büyüklerin sofrasında yemek, hem de küçüklerin sofrasında reislik etmek âdetim olduğu üzere, büyüklerle masa başındayken, “Yenge Zehra Hanım” isimli, ciciannemin dalkavuğu, beyaz saçları kınalı, dalkavuk şımarık ve yüzsüz bir acuze, anneme arkadan dil uzatıyor. (Devam Edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi