Okul başarısızlığına farklı bir bakış I
Foto: Arşiv
Birçok ailenin ortak sorunu, çocuklarının okul başarısızlığı.
Uzmanlar, bunu birçok farklı nedene bağlayabiliyor. Ayrı ayrı hem çocuk hem aile hem eğitim sistemi ya da okuldan kaynaklı sosyo-ekonomik sebepler olabiliyor.
Geçtiğimiz günlerde Sibel Çağlar’ın kaleme aldığı bir yazı aile-çocuk ilişkisi üzerinden ele almış sorunu. Diğer tüm etkenleri bir kenara bırakmasıyla eksik kalsa da yine de dikkate alınması gereken bir yazı gibi geldi bana.
Dikkate alınması gereken tarafı genel olumsuzluklara rağmen aile-çocuk-okul ilişkisine katmaya çalıştığı değer.
Yazıyı bir beyin fırtınası oluşturması adına takdirlerinize sunuyorum.
Çocukları yetişkinlerden ayıran şey, ne onların bilgisizlikleri ne de becerilerinin eksikliği. Aradaki fark, onların muazzam keyif alma kapasiteleri…
Charles Dickens’ın Zor Zamanlar romanında, bir okulun müdürü olan WackfordSqueers, kendinden gayet emin bir şekilde şöyle der:
“Şimdi, benim tek istediğim şey ‘kesin veriler’. Bu çocuklara sadece ve sadece kesin verileri öğretin. Hayatta istenen tek şey verilerdir. Başka hiçbir şey ekmeyin, geri kalan her şeyi kökünden söküp atın. Muhakeme becerisi olan hayvanların zihinlerini sadece veriler üzerine inşa edebilirsiniz. Onlara asla başka bir şey sunulmayacak…”
O günden bugüne fazla değişen bir şey yok gibi. Herkes, üniversiteye girmek, iyi işler bulmak, büyük bir firmaya girmek ve yeni ticari bilgileri takip etmek için çocukların gerçekten öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenip öğrenmediklerinden endişe ediyor.
Eğitim sistemi sadece geleceğin çalışanlarını üretmeye yönelik gibi görünüyor. Hiç kimse çocukların mutluluğu ile fazla ilgilenmiyor.
Çocukları yetişkinlerden ayıran şey, ne onların bilgisizlikleri ne de becerilerinin eksikliği. Aradaki fark, onların muazzam keyif alma kapasiteleri.
3 yaşındaki bir çocuğun banyo küvetinde neleri batırıp neleri batıramadığını keşfetmenin zevki içinde nasıl kaybolduğunu düşünün. 5 yaşında bir kızın en iyi arkadaşıyla birlikte anlamsız kelimeler dizilerini bir araya getirmekten duyduğu heyecanı ya da 11 yaşında bir çocuğun elindeki çizgi romana kendini nasıl tamamen verdiğini düşünün.
Bir çocuğun kendini bir şeye tamamen verme becerisi ve bundan yoğun bir zevk alması, yetişkinlerin yaşamlarının geri kalan kısmını bunu tekrar hatırlamaya çalışarak geçirdiği bir şeydir.
Bu tür anlara yönelik geleneksel bakış açısı şudur: Genç olmanın verdiği sevimli ama yersiz hareketler…
Azim, yükümlülük ve pratiklik gibi daha önemli niteliklere yer açmak için bir kenara itilmesi gereken şeyler…
Devam Edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.