Mesut Fiğançiçek yazdı: Rakamlar, mülteci dramı ve fazlası

Mesut Fiğançiçek yazdı: Rakamlar, mülteci dramı ve fazlası
Foto: Arşiv Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ve Mülteci Destek Derneği (MUDEM) tarafından 1-3 Kasım tarihleri arasında İzmir’deMedya...

Foto: Arşiv

Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ve Mülteci Destek Derneği (MUDEM) tarafından 1-3 Kasım tarihleri arasında İzmir’deMedya ve Mülteciler Basın Buluşmalarının ikinci toplantısı gerçekleştirildi.

Türkiye’nin çeşitli illerindengazetecilerin bir araya geldiği son buluşmada, önemli anekdotlar paylaşıldı.

İlki mülteci, sığınmacı, göçmen gibi kavramlara açıklık getirilmesi.

Bir diğeri mülteci/sığınmacılarla ilgili basının kullandığı dil.

İlkiyle başlayalım. Mülteci nedir?

1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre mülteci; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişiye Mültecideniyor.

Yalnız Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni coğrafi sınırlama ile imzalamış. Buna göre Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler dışından gelen iltica etmek isteyen kişilere geçici uluslararası koruma sağlıyor.. “Avrupa konseyi üyesi olmayan İran, Irak, Afganistan, Somali, Sudan gibi ülkelerden iltica talebiyle Türkiye’ye sığınanlar coğrafi sınırlama nedeniyle mülteci statüsüne sahip olamazlar” ibaresini hatırlatmakta fayda var.

Sığınmacı ise Mülteci olarak Uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniyor. Bu terim genellikle, mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılıyor. Statüleri resmi olarak tanınmamış da olsa, sığınmacılar Menşei ülkelerine zorla geri gönderilemezler ve haklarının korunması gerekir. Bir kişi Cenevre Sözleşmesi'nde belirtilen tanımı karşıladığı andan itibaren mülteci durumundadır ve bu durum genellikle mülteci statüsü resmi olarak verilmeden önce ortaya çıktığı için mülteci statüsü doğası gereği beyana dayalıdır. Kapsamlı ve adil bir sığınma prosedürünün sonucunda, bir sığınmacının mülteci olmadığına karar verilirse, bu kişiler menşe ülkelerine, uluslararası insan hakları standartlarına uygun bir şekilde olmak kaydıyla, geri gönderilebilirler.

Bu iki tanımı öne çıkaran gerekçe Suriye’de yaşanan iç savaş sonrası ülkemize sığınmak zorunda kalan Suriyeliler.

SGDD tarafından yayımlanan “Sayılarla Türkiye’de Mülteciler” başlıklı broşürde verilen rakamlara göre, savaşın başladığı 2011 yılından 2013’e kadar 200 binlerde olan sayının yıllar içindeki artışını görebiliyorsunuz ve gelinen noktada bu sayı 3 milyon 614 bin 108.

Suriye’yi terk etmek zorunda kalan kişi sayısı ise 5 milyon 635 bin 65 kişi. Yani ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin yüzde 64’ü gibi ezici çoğunluğu Türkiye’de yaşıyor. Bu sayı AB üyesi 6 ülkenin, 60 BM üyesi ülkenin nüfusundan daha fazla.

Ve bu nüfusun büyük çoğunluğu 100-500 binden fazla olanlar baz alındığında İstanbul, Urfa, Antep, Kilis, Adana, Mersin, Hatay, Bursa, İzmir ve Konya’da yaşıyor.

Bir çarpıcı not yine broşürde şu şekilde yer almış: Türkiye’de 2011’den beri 405 bin Suriyeli bebek dünyaya gelmiş. Bu da nüfusu 340 bin 556 olan İzlanda ve 433 bin 245 olan Malta’nın nüfusundan fazla.

Bir çarpıcı not daha: Ülkemizde 18 yaş ve altı 1,7 milyon Suriyeli mülteci var ve gelenlerin yüzde 44’ü kadın, 56’sı ise erkek.

Bu insani yaklaşımın bir de ekonomik maliyeti var elbette.

Söz uçar yazı kalır. Burada yine rakamlar devreye giriyor.

AB’nin Türkiye’deki mülteciler için (neredeyse force grip alabildiğimiz) insani yardım adı altında 2016-17’de 1.4 milyar Euro, mali yardım programı kapsamında ödediği para 3 milyar Euro.

Türkiye’nin aynı dönemde harcadığı ise toplam yardımların yüzde 22’sine denk gelen6 milyar doların üzerinde bir para...

Dünyadaki en yüksek mülteci nüfusuna sahip Türkiye’de neredeyse her 20 kişiden biri mülteci.

Elini bu iç savaştan çekmiş gözüken Körfez ülkeleri dahil birçok ülkenin kanlı ellerinin (gerek silah satışı ve gerekse desteklediği gruplar üzerinden) içinde olduğu bir insanlık dramı ve rakamlar ortada.

Bugün ülkelerini bırakmak zorunda kalan birçoğu da parçalanmış ailelerden arta kalan Suriyeli mülteciler, ucuz iş gücünden, kanun dışı işlere, dilencilikten, atık toplayıcılığına kadar birçok alanda neredeyse kendi kadrine terk edilmiş durumda.

Özellikle İzmir’de bunu fazlasıyla bir kez daha görme imkanı buldum.

Gerisini siz düşünün…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.