Çözüm, mümkün mü? - 3

Çözüm, mümkün mü? - 3
Hint asıllı bir Müslüman olan Bhabha ise silahlı mücadelenin esasen rahatsız etme gücünden (“nuisance value”) ibaret olduğunu, yoksa çözüme giden...

Hint asıllı bir Müslüman olan Bhabha ise silahlı mücadelenin esasen rahatsız etme gücünden (“nuisance value”) ibaret olduğunu, yoksa çözüme giden yolu açmadığını vurguladı. Kabile (bizde “aşiret” ve “fraksiyon” olmalı) içgüdülerini aşarak ülkeyi, yurttaşlığı önceleyen düzeye yükselmenin kaçınılmazlığını ifade etti. Baskıcı hükümetlerin liderlerinin de pragmatik davranabileceklerini, o pragmatizmin de müzakerenin kilidi açtığını belirtti. Her iki katılımcı da sivil toplum hareketlerinin ve GAC örneğinde kilisenin katkısının değerini yücelttiler, süreçte Başpiskopos Tutu’nun Mandela kadar merkezi rolünü anımsattılar.

Temel farklara gelince: Biri, GAC’de beyazlar nüfusun yüzde sekizi iken, yönetimi ve dolayısıyla devletin şiddet tekelini tümüyle ellerinde tutması. Yani beyaz azınlığın, siyahi çoğunlukla yönetimi paylaşmanın modalitelerini belirlemek, iktidar devri zemininden müzakereye başlaması. Belki bir başkası, bağımsız yargı. Bir diğeri ANC’nin GAC’den fazla sayıda dış misyonuyla meseleyi başarılı biçimde uluslararasılaştırarak baskı kurması. Bana sorarsanız, bu sonuncusu ülkemizde kesinlikle olamayacak ve olmaması gereken, ters tepecek bir yaklaşım.

Üstelik herkesin İngilizce konuştuğu ve Britanya ile ayrıcalıklı tarihsel bağları bilinen GAC’de “uluslararası” destekten anlaşılanla, en soldan en sağa kendince bir “emperyalizm” karşıtlığı derin olan toplumumuzda anlaşılacak olan bambaşka kapılara çıkar. Yeni GAC anayasasının dünyada örnek gösterilen bir metin olduğu ve ülkede dokuz resmi dilin kabul edildiği bilinse de, diğer dillerin işlevinin İngilizceyle kıyaslanması da bence güç.

Son olarak Meyer, barış yanlısı bir toplumsal (siyasi) “merkez” yaratılması gerektiğini vurguladı. Ortak değerler ve görüşler etrafında birleşilmesi gereğine değindi. Yola “diyaloga güven” şiarıyla çıkılması gereğinin altını çizdi. Karşılıklı tarafların baskın anlatıyı (“narrative”) değiştirip, dönüştürmesi ödevlerinin bulunduğunu ekledi. Bu genelgeçer görünen doğrular da bence değerli ve özgün.

Toplantının devamı Haziran’da bayram sonrasında Güney Afrika’da gerçekleştirildi.

Londra merkezli Demokratik Gelişim Enstitüsü DPI’ın Johannesburg’da düzenlediği toplantıya katılan Mahmut Bozarslan’ın haberinde anlıyoruz ki Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mandela’nın cezaevinden serbest bırakılmasıyla başlayan ve devlet başkanı seçilmesiyle hız kazanan değişim süreci ele alındı.

Her ne kadar kendi özel şartlarıyla ayrı konular olsa da ortak yanları var sorunların.

Çözme iradesi burada en gerekli şart.

Türkiye’nin kendine has bir çözme iradesini oluşturmasının yolunu açabilmesi bakımından ön açıcı ve fikir üretici bir toplantı.

Biz bunu daha önce denemedik mi?

2013’teki çözüm süreciyle akil insanların sürece müdahil olması benzer anlamlar yüklemişti zaten. Ancak yaşanan gelişmeler (2015 Haziran seçimleri ve Suriye’de yaşanan süreçle) bir anda ters-yüz olması “Güney Afrika deneyimini” kısmen de olsa hatırlatıyor.

Türkiye’de askeri pratik ile milliyetçi söylemle tüketilen sancılı ve acılı (2015-2019) dört yıllık zaman hem Türkiye açısından hem de bölge açısından çözümü dayatıyor. Başka bir çaremiz varsa tartışalım.

Bu şartlarda ben değil biz olması gereken Türkiye nereye kadar gidebilir? (SON)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.