Yûsif Bedirxan
Yusif Bedîrxan Yazdı: Ermenilerin paylaşılamayan arsaları 1
Hep merak ettiğim bir yerdir Batıkent ile Bayramoğlu arasındaki bomboş arazi. Bir yandan o durumuna sevinirim, ‘betonlaşmadan nasibini almamış’ diye.
Bir dönem buğday ekilirdi. Kim ekerdi, kim icara verirdi bilemedim. Sorduğumda bir iki isim telafuz edildi de girmeyeyim o topa.
Uzun zamandır ağaçtır, fidandır, süs bitkisidir satıyorlar; betonların içinde hem daha iyi, yaşanır bir yer ve hava koridoru çıkıyor ortaya hem de nasipleniyor insanlar, güzel…
Bahar’da çoğunluğu kadınlar akın ederdi bir zaman, parklar olalı beri şimdiler de pek rağbet görmüyor ama hatırı sayılır müdavimleri de var.
Neyse gelelim asıl konuya.
Arsanın akıbetini hep merak etmişimdir. Dedim ya sorup soruşturmadan elde ettiğim kıt bilgiler beni tatmin etmedi. Ermenilerden kalma, bir türlü sahiplenilemeyen bir mahkeme süreci devam ediyormuş.
Deneyimli Gazeteci bir dönem adliye muhabirliği de yapan Deniz (Tekin) tüm merak edilenleri alıp atmış önümüze. Güzel bir dosya haber çıkarmış. Daha yapacakları ya da ekleyecekleri diyelim varmış. Onu da fırsat bulduğunda ya da mahkeme süreci netleştiğinde haberleştirecek.
Gelelim arsanın, arazinin tarihine. Deniz’den alıntılayarak merakınıza sunuyorum; Buyurun iyi okumalar.
…
Göç ve hızlı kentleşmeyle sınırları Ergani ve Siverek ilçelerine dayanan Diyarbakır’ın göbeğinde, binalar yerine buğday ve arpa başaklarının yükseldiği 400 dönümü aşkın bir arazi dikkat çekiyor.
Etrafı yüksek binalar, asfalt yollarla çevrili Bağlar ilçesindeki arazinin sınırları, Elazığ ve Urfa Karayolu’nun kesiştiği Seyrantepe’den Batıkent Kavşağına kadar uzanırken, demir yolu ise arsanın ortasından geçiyor. Bugüne kadar bir-iki bina dışında arazide başka inşaat yapılmazken, araziyi ise 1978 yılından beri İbrahim Lale isimli yurttaş işletiyor.
Türkiye’de bir kent içinde boş kalan tek arazi özelliği taşıyan tarlanın bir dönümüne emlakçıların, 1 milyon TL değer biçtiği belirtiliyor.
Birçok Diyarbakırlının hayallerini süsleyen arsa aynı zamanda birçok dedikodu ve efsanenin de kaynağı.
Arazi ile ilgili 1954 yılından bu yana devam eden davadan habersiz olan birçok yurttaş, 1970’li yıllarda Diyarbakır’da kadastro memuru olarak görev yapan Abdullah Öcalan’a ait olduğu için devletin el koyduğuna dair yaygın söylentilere aşina.
Ancak arazinin gerçek hikâyesi, 1915’te yaşanan Ermeni Soykırımı’ndan kaçan veya öldürülen Ermenilere kadar uzanıyor. Dava konusu arazinin önemli bir kısmının, soykırımdan önce Diyarbakır’da yaşadığı belirtilen ancak kendisinden bir daha haber alınamayan Şurupçu Agop Efendi’ye ait olduğu belirtiliyor.
Ancak Diyarbakır’da 1950 yılında başlayan kadastro çalışmaları sırasında birçok kişi adına tapulanan arazi, uzun yıllar süren anlaşmazlığı da beraberinde getirdi.
Bir türlü paylaşılamayan arazi davasının geçmişi 1954 yılında başlıyor. Arazinin sahibi olduğunu belirten Hüseyin Uluğ ile Mehmet Arcak ve Ahmet Arcak, 26 Şubat 1954’te Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak, 350 dönüm arsalarının kayıtlarda 147 dönüm gösterildiğini ileri sürüp düzeltilmesini isteyerek dava açtı.
Daha sonra Nuri Özbostancı ve mirasçıları, 1950 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında kendi adlarına kaydedilen araziyle ilgili, davacıların sahte belgelerle tapu tescili almaya yoluna gittiğini, davanın reddedilmesini istedi. Devam Edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.