Vicdanın Kalbe Okuduğu Ezan: Merhamet - 2
“Merhamet” ile başladık oradan devam edelim.
Evet, sürekli Alemlere rahmet olanın müthiş biri olduğunu ve bizler için muazzam bir örnek teşkil ettiğini söylüyoruz ama aynayı kendimize çevirip, onun bize bıraktığı nebevi ahlâktan nasiplenmek söz konusu olunca da ne kadar uzakta olduğumuzun farkına varamıyoruz.
Ama Allah, O’nun güzel ahlâkını sırf biz takdir edelim diye değil; elimizden geldiğince o örneğe yetişmeye çalışalım diye örnek kıldı.
Birçoğunuzun bildiğine eminim, bazılarınız da söyleyince hatırlayacaklar.
Bedir Muharebesi, muazzam bir zaferdi. Müslümanlar kendilerinden hem sayı olarak hem de savaş teçhizatı olarak çok büyük olan Kureyş Ordusu ile karşı karşıya gelmiş, tüm olumsuzluklara rağmen onlardan yetmiş lideri ortadan kaldırmıştı.
Ama Uhud’ta bunun tam tersi oldu. Savaş, aynı Bedir gibi coşkuyla başladı. Başlangıçta, Müslümanlar kazanmış görünse de Hz Peygamber(sav)’in tepeye yerleştirdiği okçulara “cesetlerimizi kuşların parça parça ettiğini görseniz dahi burdan ayrılmayacaksınız” demesine rağmen; Kureyş’in mağlup olup gerisin geriye kaçtığını görünce, bunun rahatlığıyla kendilerine verilen talimatı unutuyor ve aşağı iniyorlardı.
Henüz İslâm ile şereflenmeyen ve Kureyş safında yer alan komutan Halid Bin Velid ise bu hata sonrası askeri dehasıyla durumun farkına varmış; bir buluşma noktası ayarlamış, tüm Kureyşlileri orda toplamış ve bu itaatsizliği en iyi şekilde kullanarak Müslümanlara arkadan saldırtmıştı.
Hz Peygamber(sav)’in bile yara aldığı, dişlerinin kırıldığı o hengamede bir savaş hilesiyle “Peygamber öldü” fitnesi Kureyşliler tarafından yayılmış ve Hz Ömer gibi bir cengaver dahi kılıcını kuma saplayarak “eğer peygamber öldüyse tüm bu mübarezenin anlamı ne” diyerek dizleri üzerine çökmüş, Müslüman ordusundaki moraller alt üst olmuştu.
Fitnenin farkına varan Hz Peygamber(sav), kısa süre içinde ayağa kalkarak yeniden savaşmaya başlayınca bunu gören Müslümanlar dağa çekilmişlerdi. Ama savaşta tam yetmiş sahabi şehit olmuştu ki, bunların arasında şehitler serdarı Hz Hamza (r.a) da vardı. Hz Peygamber(sav)’in onun için ne kadar gözyaşı döktüğünü siyer kitaplarından okuyabiliyoruz.
Evet, birkaç kişinin hatası yüzünden hem kazanılmak üzere olan savaş mağlubiyetle sonuçlanmış, hem de yetmiş sahabi şehit olmuştu. Emre itaat etmeyerek bu sonuca sebep olanlar ise, öyle bir haldeler ki peygamberin yanına gidip taziyelerini bile sunamıyorlardı mahcubiyetten. Hz Peygamber ise kızgın, üzgün ve mahsun bir haldeydi.
Ama tam da bu noktada müthiş bir ders var;
Savaş bitip şehitler getirildiğinde, yani Hz Peygamber(sav) bu hatayı yapan sahabilerle yanyana gelmeden; kızgınlığını, sitemini, üzüntüsünü dile getirmeden önce müthiş ve sarsıcı bir uyarı ile iniyor Cebrail;
“Ey Muhammed(sav)! Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın!”
Dikkat edin ne olur.
Allah ‘yumuşak davran’ demiyor. Böyle olmalısın diyor. Yani konuşman, yüz ifadelerin, duyguların, onlara bakışın hilm içinde olmalı, yumuşak olmalı. Onlarla buluşmaya gittiğin zaman onlara kızma. Onlara güzel şeyler söyle. Onların iyi yönlerini ön plana çıkar. Onlar zaten perişan ve yeterince mahcuplar. Beşerdiler ve hata ettiler. Ama dikkat et; onlar, canlarını ve mallarını bu uğurda ortaya koyup savaş meydanına kadar geldiler. Orada ölüm isabet etmiş olsaydı dahi, hiçbiri kaçmayacaktı. Onların şu an morale ihtiyacı var. Biliyoruz, senin de yüreğin yaralı ama onlar en büyük desteği senden alıyorlar. Bu sebeple git ve onlara güzel şeyler söyle.
Yani Hz Musa(as)’ya, Firavun’a bile gittiğinde ‘ona yumuşak davran, halim ol’ mesajının aynısı var burada da.
Ardındaki ayet ise konuya noktayı koyuyor;
“Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlara kızıp bağırıp çağırsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.”
Neden?
Çünkü zaten yeterince mahcup, ezik ve hüzünlüler. Eğer sen kaba davranırsan bir daha asla senin karşına çıkacak cesareti bulamazlar.
Sonuçta ne oldu?
Ayetin hükmünce Hz Peygamber(sav) tüm acısı ve hüznüne rağmen, Rabbimizin kalbine ilka ettiği rahmet ve merhamet ile onlara kızmıyor, bağırmıyor, çağırmıyor.
Ama ayet bitmiyor. Ne diyor?
“Onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Yapacağın bir iş konusunda da onlara danış”
Yani, onların yaptığı hata ile amcan ölmüş, yetinilmemiş vücudu deşilmiş, ciğeri çıkarılmış, zalim bir kadın tarafından dişlenip atılmış; yine yetinilmemiş, tam yetmiş sahabin şehit olmuş. Buna rağmen “yumuşak davran, onlara dua et ve onlara danış!”
“Sübhanallah!”
“Allah’ın rahmet ve merhametine bakar mısınız?
Nitekim Hz Peygamber, bunları harfiyen uyguluyor da. Hemen sonrasındaki savaşta bizzat bu hatayı yapan sahabilerini çağırıp istişare ediyor ve onların verdiği karar üzerine hareket ediyor, savaş ise zaferle sonuçlanıyor.
Evet, şu ibret dolu yaşanmışlıktan da anlıyoruz ki ancak sıdk ile meziyetlenme şerefine nail olan sadıklar, Hakk davalarından ödün vermezlerse “sıddık” oluyorlar ve idrak edebilmek,ışığın yanında olmak ise nasipli gönüllerin işi.
Öyle ya sıdk; özüyle, sözüyle dosdoğru kalıp batıla meyletmemek; sadakat ise kalpteki niyetin ağızdan çıkana uyması değil mi? (Devam Edecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.