Zora koşulan günübirlik yaşam şartlarının getirdikleri-3

Bu birlikte davranan insanların kendi aralarında sınıflaşarak veya katmanlar oluşturarak toplumun ilk bakir günahsızlık alanına darbe vurulmuş. Herkesin üretirken beraber olduğu, paylaşırken beraber olduğu, harcarken beraber olduğu ve ihtiyacı kadarını bırakıp diğerini pay edenlerin geldiği aşama ve yedikleri kazık; güçlü birilerinin tasarruf veya kurnazca güç toplama isteğinden doğan saldırıdır. Güçsüzü yenmelere seyirci kalan insanlık, daha güçlü bir darbenin de geleceğini bilmiyordu, zayıfları yenenler zayıftan biraz daha güçlüleri yenmeyi de alan açma ve yönetim sahasını geliştirme isteğinden doğan saldırılarını başlatır. Buradan da anlaşılacağı gibi bir haksızlığa maruz kalanların olduğu toplumların daha sonra aynı saldırılara maruz kalacağının göstergesini de elimize bir malzeme olarak istila hareketlerinin amaçların tarif ederken veriyor. Bu darbeyi vuranların; gücü eline geçirenlerin kendini güvene alan bir yaklaşımı sonucu ekolojik dönemde toplum ilişkilerinin günaha bulaşmamış olduğu davranış ve duyguyu kirletmiş olduğunu görüyoruz. Burada ekolojik paylaşımcı dönemin sonlanmasına ve ataerkil bir sürecin başlamasına denk gelen sürecin başlaması, artık gücü yeten yetene arayışına rağmen bir arada bulunmanın bilincini de hiçbir zaman kaybetmemiştir. Artık bundan geri dönüş yoktu ve güçlü olmanın zevkine bulaşan insan hücresi dişi kana bulanmış canavara dönüşmüş ve hep daha fazla güç istemektedir. Hatta öyle bir çılgınlık hal ortaya çıkar ki bir kişi tüm dünyayı kendi eli altında tutmayı bir meziyet veya etki altına aldığı halklara korku ve güç gösteri histeriği kendini farklılaştırdığını vazgeçilmez bir konuma getirdiğini düşünür ve öylece saldırır.

İnsan ilişkileri gereği olan ihtiyaçlar, hastalıkların eskisi gibi pandemiler oluşturamaması ve hastalıktan ölen insanların saysındaki azalma; nüfus patlamasına yol açmaktadır ve bu nüfus artışı dünyada insanlara yetecek kadar olan kaynakların azalmasına ve herkese yetmemesine sebep olunca istilalar devam etmiştir. Zaten güç hastalığına bulaşmış kanlı dişler birde geleceğin fotoğrafını bu şekilde de okuyunca daha farklı kaygı gerekçelerini çoğaltarak daha iddialı saldırıları veya istilaları gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırıları güçlüler tek başına mı yapıyor? Hayır bunların yardakçıları vardır ve bu yardakçılara yağcılık yapanları vardır, bu saldırılardan menfaat bekleyenleri vardır ve savaş ganimetlerinden beklentisi olanları vardır. Yani güçlenip saldıranlar kadar bu işte sessiz kalanlar ile bu işe yardımcı olanların da saldırıyı birlikte yaptıkları için günah herkesin olmuş oluyor yani toplumsal görüntüyü mağdur edilenler ile saldıranların oluşturduğu iki kamp durumunda görünmeye başlıyor. Nüfus artışı hala devam ettiği içindir ki ileride gerçekten elit veya üstün sosyal şartları elinde tutan insanların rahat yaşayacağı ve geri kalan halkların sıkıntıda ve ibrenin iflas noktasındaki sınırda yaşayacaklarını kestirmek çok zor olmazsa gerek. Burada sağlıklı paylaşım olmadığı için ve nüfusun dengesini kaybeden insan ırk çoğalması, gelişmeleri sağlıklı yorumlamadığı sürece, kaynak artırımına girişmediği sürece, gidişatın ibresi negatife doğru kayacağı kesindir. Eğer güçler ortaklaştırılıp bilimsel yaklaşımlarla ve daha eşitlikçi anlayışla var olan hegemonyacı mantık bırakılarak işe başlansa bu kaynaklar şimdi insan nesline yeter ama daha fazla insan sayısı için ne su yeter nede beslenme kaynağı yeter. Hele ekolojik dengesi bozulan bir doğa insanlara yeteri kadar beslenme kaynağı olamayacağı kesindir.

Peki, bu böyledir diye bizde her kafamıza eseni mi yapacağız ve her şeyi yaptığımızda bu bizim özgürlüğümüzü kazandığımız anlamına mı geliyor? Yok, tabi ki sizin her yaptığınız sizin özgürlük alanınıza giren kısmı olmayabilir ve sizin kendinize özgürlüğüm dediğiniz şey benim haklarımı gasp ediyorsa elbette ki sizin gasp alanınıza dönmüş oluyor ve benim mağdur olma sürecimi başlatmış oluyor. Bizim de yaşayacaklarımızın sınırlı ve özgürlüğümüzün bir başka kişinin özgürlük sınırına kadar deyip herkesin de özgürlük hakkı olduğunu kabul edeceğiz. Bu yaklaşım teraziyi doğru tutup yaşamı doğru okumadır. Bizim olduğu gibi bir başkasının da özgürlük sınırları bizim özgürlük sınırımıza kadar gelebileceğini ancak bizim sınırımızı geçemeyeceği güvencesiyle ortak yaşam hukukunu oluşturduğumuzu kabul edip oluşan hukuka saygı göstereceğiz. Sen saygı gösterirsen bir başkası da sana saygı gösterecektir ama saygı gösterilmediği zaman ise başka süreçlerin başlayacağı kesin olan durumlar oluşur. Yani güç dengeleri değişti, güç sende ve sen kendini kanunlarla meşru görmeye başlaman senin toplum ve genel halk kitleleri nezdinde meşru yapmıyor. Toplum, bilim, insan ilişkileri bu tarz konumlara isimler bulmuşlardır. Kimine otoriter, kimine totaliter, kimine darbeci kimine feodal, kimine bonapartist, kimine kolonyalist vs isimler bulmuştur ama meşru denmemiştir çünkü meşruiyetin halk nezdinde onay görme zorunluluğu vardır ki; halkı kurnazlıkla veya baskı ile onaya zorlamak veya onaya götürmek bile size meşruiyet kazandırmaz. Hitlerin seçimle başa geldiğini düşündüğümüzde böyle bir meşruiyet dünyayı felakete götürmüştür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Vahap Kaya Arşivi