Virüs ve ahlak

Korona virüsün yaşamımıza etkisi yadsınamayacak kadar artarak devam ediyor.

Salgın bir yandan yakınlaşma, dokunma ve kucaklaşmayı yasaklayan bir uzak durma mekanizmasına dönüşürken, bir yandan da günlük kazanıp harcayan insanları yaşam denkleminin dışına itti.

Dünyada artık binlerle ifade edilen ölüm ve vaka sayılarını dehşetle izlerken; ülkemizdeki yansımalarıyla fark ettiğimiz virüs, (haklı olarak alınan tedbirler kapsamında) sayılarını tahmin edemediğimiz çok sayıda insanın da işsiz kalmasına neden oldu.

Kafelerde, kahvelerde ya da düğün salonlarında, lokantalardavs işyerlerinde birçoğunun büyük ihtimalle sosyal güvence olmadan çalıştığı insanların işsiz kalması virüsün karanlık gölgesinde kayboldu.

Kayıt dışının dikkate alınmadığı ‘Kısa çalışma ödeneği’ adı altında geçiştirilen sigortasız çalışanlar ne olacak?

Ülkede bir olağanüstü hal var, amenna ancak, televizyon başında büyük bir ciddiyetle ölüm ve vakaları ve tedbir amaçlı uyarıları izlerken/dinlerkentoplum olarak ‘nerede duruyoruz?’ diye düşünmeden edemiyor insan.

Bazen kelle-paçadan medet uman sığ bir uzman görüşü, olmadı virüs savar kolonya üreticilerine ve felaketten kazanç sağlayıcılarınaince sitem eden program konuklarının aklına gelmiyor işsiz insanlar…

Ahlakı ve vicdanıöteleyen anlayışın bir şeyleri görünmez kılma çabası mı?

Umutla umutsuzluk arasında bir yerlerde gidip gelirken, diğer dikkat çeken bir diğer konu da herkesin durduğu yerden olaya bakması.

Gerek seküler, gerek dini toplumsal anlayışların taraflarının sosyal medya üzerinde körlemesine durum değerlendirmeleri de bir başka tartışma konusu.

Herkesin kendi inanç yapısını haklı göstermeye çalışan emareleri ve çözüm dayatmaları ne anlama gelir?

Evet, ölümünsoğukluğunu ensemizde hissettiğimiz bugünlerde ne kadar geride duruyor gözükse de inanca dayalı ahlak anlayışının geldiği durum en az virüs kadar tehlikeli!

Bir yandan ölüm haberleri, bir yandan vaka sayılarını arşınlarken; bir arada yaşamanın gereği evrensel insani değerlerden, yardımlaşma, paylaşmadan zerre nasip almamış insanların sayısal karşılığı içimizi acıtıyor.

Albert Camus’nün 2. Dünya Savaşı yıllarında yazılan ‘Veba’ romanının kurgusal çerçevesindeki karakterleri ya da JoseSaramago’nun‘Körlük’romanının şehir merkezinde başlayıp senatoryumda doruğa çıkan çatışmasının körüklediği ahlak sorgulaması gibi.

Her iki romanda da salgından çok; sistem ve içindeki insanların ve olaylarınsembolize ettiği karakterler, salgının yarattığı durumla ilişkileri ve felaketin içindekiinsan halleri, kavramları, etkileri ve tepkileri yaşıyoruz.

Sonumuz hayrola!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi