Sosyal Medya Günlüğü: Kibrit

Malum sebeplerden el mahkum deyip gündemden uzak duruyorum bu aralar.

Sosyal medya bu bakımdan farklı bir sığınak.

O sığınakta gündemden uzak muhabetlerden birini paylaşmak istiyorum.

Gazeteci ağabeyimiz Cevat Korkmaz paylaşmış:

Şexmus, sen kaçak cigaranı yakarken hala kibrit mi kullanıyorsun?

Kibrit satılıyor mu bilemiyorum.

Şexo, her b..u yer, ama dolu cigarasını illa kibritle yakardı.

Abe diyordu, "gaz beyni felç ediyor."

Bir yerden besleneceksin, bu şart...

Allah selamet versin, bir arkadaşımız da, on tatlıses lahmacununu yuttuktan sonra diyet kola isterdi.

En kolayı insanın kendisini kandırması.

Parasız, zahmetsiz ruh operasyonu.

İnanmış dindarlar da bunu yapar bilirsiniz! İşi Allaha havale edip erketeye yatarlar; bedduanın akıbetini görmek için.

***

Mehmet Aslan da bir kibrit hikayesiyle muhabbeti tamamlamış:

Bir abim vardı, 1979'da vefat etti. Bela, bıçkın bir adamdı. Çoğu zaman kafası dumanlıydı. Genellikle İstanbul'da yaşar, arada bir Diyarbakır'da görünürdü. Bağımlılığı olan ele avuca sığmaz bir tip... Bana "İmpala Hüsnü derler" diye övünürdü. "Niye İmpala" diye sordum; hiç kimse benden daha hızlı polisten kaçamaz dedi. Diyarbakır'da göründüğü günlerden birinde Dicle kenarına indik birlikte. Tabakasını açtı. Bir tutam tütünü sigara kağıdının üzerine yatırdı. Cebinden plaka çıkarttı. Bir miktarını kırdı, ince ince tütünün üzerine yerleştirdi ve özenle sardı. Sigarayı parmağının arasına yerleştirdikten sonra ellerini birleştirdi. Her iki başparmağının arasında küçük bir aralık bıraktı ve o aralıktan olanca gücüyle dumanı ciğerine çekti. Birkaç nefesten sonra eski bir plak tadında "Sevda Yüklü Kervanlar" türküsünü söyledi. Kumların üzerine oturmuştum. Abim dizlerinin üzerine çökmüştü. Ben de onun gibi dizlerimin üzerine çöküp oturdum. Hani Kürt oturuşu denilen türden... Bir müddet sonra ayağım karıncalandı, eski düzene geçtim. "Böyle yorulmuyor musun" dedim, "hapiste öğrendim bunu, saatlerce böyle oturabilirim" dedi. Bu kayıp, kimsesiz hayat üzmüştü beni. İçtiği sigarayı gösterip "bu tip şeyler zararlı değil mi" dedim. Eski Türk filimlerinden emanet bir cümleyle "Bilakis tam tersi", bu meret alışkanlık yapar ama zararı yok, asıl zararlı olan domatestir dedi. Bir yandan esrarın zerre dumanını zayi etmeden ciğerine çekerken, diğer yandan domatesi suçluyordu. Biraz alaycı, peki ne yapıyor domates deyince, ters bir bakışla; bir doktor abeyle cezaevinde aynı koğuşta kalmıştık, bana "bu namussuz mide, her şeyi öğütebilir ama iş dometesin zarına gelince hiçbir bok yapamaz" demişti. Bir yandan, esrarı iki başparmağın arasından nefes çekip içersen duman zayi olmaz derken, diğer yandan da sakın zarını soymadan domates yeme diyordu.Abimden aldığım tek nasihat bu oldu…

Bir gün eve gelen bir telgraf, kayıp giden bir hayattan bahsediyordu: Hüsnü Aslan filanca tarihte İstanbul'da vefat etmiş ve kimsesizler mezarlığına gömülmüştür... Ne zaman domates görsem hatırlarım abimi. Ondan mıdır bilmiyorum, domatesin zarını soymak alışkanlık oldu bende.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ufuk Çimen Arşivi