“O” bile “bilmiyorum” demişti - 1

Meşhur Wimbledon’un ilk siyahi Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi. Hayranlarından biri sordu;

“Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?”

Arthur Ashe cevap verdi;

“Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50′si Wimbledon’a kadar gelir, 4′ü yarı finale, 2′si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Neden ben?’ derim?”

Bu yaşanmışlığı her okuduğumda yaşamanın “biliyorum” zannının konforundan hiçbir şey bilmediğimi fark etmenin ızdırabına doğru hızla yürümek gibi bir şey olduğunu farkediyorum. Zira yanıla yanıla, acıya acıya hatta çoğu kez kanaya kanaya öğreniyor insan bildiğinin yanıldığına bile yetmediğini. Yetemediğini, yetemeyeceğini görünce de bilmeyle yarışmaktan vazgeçiyor; bu kez bilmediklerinin bildiklerinden çok daha fazla olduğunu bilmeye başlıyor. Dün kurduğu kesin cümlelerin yerini artık ‘belki’li, ‘sanırım’lı, ‘acaba’lı cümleler alıyor. Eskiden en büyük meselelerde dahi kat’i kanaat sahibiyken, şimdi en alelade mevzuda dahi bilgisine itimat edemiyor hale geliyor.

Öyle ya Hira Mağarası'ndaki ilk İlahi buluşmada Oku emrine muhatap olduğunda “Bilmiyorum” demişti o "Âlemlere rahmet" olan. Bu, aslında Rahman'ın bir öksüz ve yetimin tertemiz vicdanından dünyaya son kez haykırışı olan sonnübüvet halkasının ilk beyanı idi ; "BİLMİYORUM"

Âlemlere rahmet olarak müjdelenen O bile “bilmiyorum” ile başladıysa bu İlahi buluşmaya, iki kelam okuyup “biliyorum” iddiasına bürünen, az buçuk görüp çok buçuk hükümler veren; birkaç satır okuyup ciltler dolusu konuşan; yüzde bire ulaşmadan yüzde yüzü infaz eden ahvalimize ne demek lazım; ben de bunu bilmiyorum.

Zira yarım bakışlardan sağlam görüşler çıkmayacağını, eksik bilgilerden doğrulara ulaşamayacağımızı, zanlarla hakikate ulaşma fırsatının kaybolacağını, tanımlamaların gözlemler çoğaldıkça sağlıklı hale geleceğini,aksi halde yarım doktorun candan etmesi misali eksik gözlemlerin bakışı da köreltip insanı dipsiz bir kuyu olan zanna düşüreceğini atlıyoruz.

Neyi, ne için,nasıl yapacağını bilmeyenler,hele de nefislerinin arzularına köle oldukları için akıllarını kendi çıkarlarına kaptıranlar hikmeti nerede arayacakları hususunda nasiplerini teperler ve en nihayetinde de Ebu Cehilleşirler ya; kimbilir belki de bu yüzden günümüz insanı ısrarla dış dünyaya yöneldiği için kendi iç âlemine bir türlü taşınamıyor.

Konu bilmek olunca aklıma gönül yaramız “gençler” geldi yine.“Anlama ve kavrama yeteneğini” okullarda, medyada, dernek, sendika ve muhtelif oluşumlarda yok ettiğimiz ve beynini sabit düşünceye programladığımız gençlerimiz!

Bu halde yetişen bireye hangi kitabı okutursanız okutun, ne anlatırsanız anlatın; O, her okuduğundan, her duyduğundan karşılaştığı farklı düşünceleri hazmedemeyecek ve karalayarak yok etmeye çalışacak ve yine her okuduğundan,duyduğundan kendi haklılığını çıkaracak ki çıkarıyor da maalesef. Hep haklı olanla da Hakk’ı düştüğü yerden kaldırmak imkânsız hale geliyor böylelikle. Yarın: Bugünkü asıl karın ağrımız bu değil mi sizce?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi