Geç Kalmadan

Bir baktık ki sen almışsın eleğini ve ununu elemişsin değirmen sırasını beklerken bir ömür tükettiğin değirmenin çakacak seslerinden sonrası

Bazıları yolun başında bazıları sen unu elediğinden imrenme sahnesinde ama içeriğini bilmediği uzun çok uzun sayılacak yolun ardından gözler hala senin üzerinde

Almışken hiddetim başını nereye kadar gidecek ise gitsin ve sonunda yine benim tarlamda yaşam bekleyen tohuma dönsün

Her seferinde küllerinden yaratılan anka kuşu misali kirliliği arındırarak fışkırırım tarlam benim minnetsiz bir dünya

Bir varmış bir yokmuş hikayelerindeki erişilmez örneklerde kendini var etmesini bilenler her şart altında kendini kurtardığı gibi çevresine de umut saçar

Ve bu gün yine yuvalanır yüreğimin eteklerine ben ile birlikte ya var olacağız yada yok olmak üzere olanları kurtaracağız

Emek bu ya bilen bilir emeğini üretenler emeğine de öyle sahip çıkarlar

Ekinin harmana gelmesi

Kendine ait özelliklerde emeği dünyaya bir gelinlik gibi giydirirken, karşılanmayı bekleyen aç midelerin bayramına hazırlanır belli belirsiz emarelerde

Bir gözüne hasretlik olmazsa bu akışkan yarışta, kendime senin mesafende yaşam tutturacağım, lakin sen özveriler sınıfında ben senden uzak kalamam

Gülün kendi kokusunu dünyaya hoşluk diye aktarması, bir hoşluk nidası ama aynı zamanda kendinden ödünler vermeye hazır olmaya da benzer

Çevreye verdiği hoşluk kendisinin de bitişe giden sürecin başlangıcı ama her işin bir bedeli ve gülün bu bedelindendir ki her kes gül denince hoşluk ve seda akla gelir

Beni kendim olma gerekçelerim senin kendini hazırladığın dönemin tam karşılığı olmazsa da bil ki büyük bir heyecan vardır yarına heyecana dair

Sığmazsa yatağına kan debim; kendine yeniden yaratır güneşin alaca kızıllığında renge bürünmüş isteklerim damara girip vücudumu uçuşa geçirmek üzere

Biz hep beraber var olduk ve kafile, kafile gezdik

Olmazsa olmazlardan biri de dediğim heyecanımı gövdeme sığdıramadığımı anlayınca; heyecanımı sen derede akıtmaya başladım

Artık buzulların erimesine gerek yok, heyecanım bir kaynak ve dünya kana, kana içsin

Sevgim ve oluşturacağım yaşam bir hikaye gibi ütopik bir başlangıçla kendini yaşatırken; yaşandıkça alışılan bir ayrılmazlık sevdası dayatır kendini

Ben sen dirençte ısrar ederken sen hangi kulvarda kendine yer arıyorsun bir bak

İşin erbabı tarzın kendine olan güvenin perçinlese de kendini her gün kavrayış biçimin; beni her gün günü geçirmeden kendine getirme gerekçem

Yeniden temelleri üzerine oturan realite bizi bir daha düşünmeye zorlar, artık bir adım senden bir adım benden gelir

Okullar kurarım tüm aşamaları var, üniversiteler taçlandırır parmaklarımla anlatımım heyecanında öğrencilerim dünyanın dört bir yanında

Araştırmalar başlanır tüm tarihi kalıntılarda ve arkeologların fırça ile yer kazma hassasiyeti artık bizde sürece katılmışız

Bir yarıştır akademisyenlerini gövdeme gönderdiğinden bu yana, geceyi gündüze; gündüzü geceye katarım bir tek senin bir gülüş ekstanteni yakalama uğruna, lakin sen kendin gelip kondun yanağıma

Bir baktık ki kurulu pazarların tümü artık yaşını almış ustaların sofrasında aşık atarken kendimize ve birikintimize yanmaya başladık.

Ne imkanları kaçırmıştık, ne kervanlardan sonrası halimize yanmıştık, ne efsanelere malze olmuştuk haberimiz olmadan

Ne ürettiysek kendimize yetmediğini, ne çabaladıysak baktık ki yetersiz ve kendimize döndük ki biz bir dünya olmuşuz ve büyümenin hızına yetişmeye yarışa girmişiz

Sessizlik gerektiren yerlerin tümünde korku ıslıkları canımıza musalla olurken görmediğimiz, duymadığımız görüntülerin tümü yaşamdan kesitlermiş

Kimini gökyüzüne serdik kimini acılarımızın üzerine yara oluşmasın diye fedakarlığımızı kattık

Artık kaldıramayacak düzeye gelince yüklerin büktüğü kamburluklar bize gölge oluşturmuş ayrılacağa da benzemiyor

Ne kendimize yanmaya nede yük olanları atmaya hacet bulamadık

Yaşamdan göç ederken görmediklerimiz, bağırtılarını müziğe benzettiğimiz acıların envayisi yaşamdan çekilince; yalnızlık alır bıçağını ve canından can almaya başlayınca bir baktık ki geç kalmışız.

Doğacak çocuklar annelerine küsmüş doğmamaya ısrarlı, tohumlar yerin çatlamasına dayanamayıp olduğu gibi kalmaya ant içmiş gibi

Doğa yaşama kızmış depremlerle sallar durur bizi ayakta durmak ne hacet, seller kinini kusar siler süpürür dünyayı ayakta durmaya kimin haddi.

Son bir hediye olsun misali tufanları çıldırtır ancak Nuh kurtulur

Yapacaklarımızın yarısına bile gelmeden son nokta kapını çaldıysa kervanların yürüyüş mesafesindeki aralıkta yetişmek ne hacet

Ama sevgiyi kaybetmemiş isek bilinsin ki normal yaşayış yürüyüşe benzer ama aşık olmak ise uçmaktır ve çölleri uçarak geçmek aşkı gerçek yaşayanları bir daha ve yeniden, yeniden yaratır

Ama harekete mecal duruma düştüysek

Nefesi tükettiğimizden geri dönüşü bağırmaya yetmeyen sesimiz; aşağıya seyahate çıkmış gözyaşları eşliğinde umulmaz sonlara kendimizi hazırlarız

Bir baktık ki yaşam geçmiş dememek için her günün, her anın ve her umuda sarılış efsanesinin kıymetini bilmek gerek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Vahap Kaya Arşivi