Fesih Bozan
Fesih Bozan Yazdı: Ne söylüyoruz ne yapıyoruz?
Bireysel ve devlet olarak, söylem ve icraatlarımız farklı mı? Bakalım.
‘Hak, hukuk, adalet, eşitlik’ diyoruz ama icraata geldiğinde, bizim ırkımızdan, partimizden, dinimizden olmayanlara karşı hak, hukuk ve adaleti unutur farklı davranırız.
Örneğin, 2008 yılından bugüne kadar Doğu ve Güneydoğu illerinde zırhlı araçlar yerleşim alanlarında 92 kazaya karışmış; maalesef 20’si çocuk olmak üzere en az 40 kişi hayatını kaybetmiş, 85 vatandaşımız da yaralanmış iken, bu olayların faili sürücülerden kaç kişi ceza aldı? Kamuoyu nasıl bir tepki verdi? Eğer ezilenler ve ölenler Kürt olmasaydı tepkiler ve hukukun işleyişi böyle mi olurdu? Elbette hayır.
Şu bir gerçek ki, Kürt bir çocuk, yetişkin veya kadın olmak, maalesef bir Türk çocuk, yetişkin veya kadın olmak gibi değildir ve hukuk farklı çalışır. En son meydana gelen olayda, zırhlı aracın çarpması sonucu hayatını kaybeden 7 yaşındaki Miraç Miroğlu’nun, görgü tanığının zırhlı aracın süratli olduğunu söylemesine rağmen trafik polisleri tarafından “aslî kusurlu” olarak gösterilmiştir. Yine Siirt’te görev yapan ve tecavüzle suçlanan Uz. Çvş. Musa Orhan ve İpek Er dosyası ne oldu?
Kürt halkının hak, hukuk ve eşitliğinden bahsedilince, “Bin yıldır Türkler ve Kürtler kardeş olarak beraber yaşıyoruz.”, “Kız alıp kız vermişiz.”, “Irkçılık haramdır.”, “Türkler ve Kürtler eşittir.”, “Etle tırnak gibiyiz.” deriz. Ama icraata geldiğinde “Başlangıç metni ile beraber anayasanın 6., 42., 66., 81., 103., 104., 134. ve 174. maddelerinde, Türklük öne çıkarılmış, bu ülkenin mayasında, kanı, emeği ve alın teri olan Kürt halkı başta olmak üzere, diğer ırklar yok sayılmıştır.
Bu durum açık ve net ortada olduğu halde, bunu görmez ve itiraz etmeyiz. Üstüne “Kürt meselesi yüzde birin meselesidir.” Kimimiz “Kürt halkını ve dilini bile inkâr etmekte, kabul etsek bile anadilde eğitim ve kullanımını kabul etmeyiz. İkinci resmî dil olarak hiç mi hiç kabul etmeyiz. Ama “kardeşiz” demeyi de ihmal etmeyiz!
“Irkçılık haramdır, ayaklarımızın altındadır.” hadisini sık sık okur ama yeri geldiğinde haklı haksız demeden, ırkçılık damarımız kabarır her halükârda ırkımızı savunuruz. Ancak biri ‘Ben de Kürt’üm.’ derse, “ırkçılık haramdır.” hadisini okuruz. Ama kendi yaptığımız ırkçılığı görmeyiz.
‘Özgürlükler, İnsan hakları, milletin iradesi, demokrasi, eşitlik, hak, hukuk, adalet, kardeşlik’ deriz ama icraata gelince “Fakat, lâkin ve ama” ile verdiğimiz tüm hakları geri alırız. Milletin seçtiği kişileri görevden alır, kayyum atarız. Birey olarak, farklı fikir, düşünce, din, dil, inanç ve yaşam tarzına karşı çıkarız.
“Kahrolsun Batı!”, “Avrupa bizi kıskanıyor.” Avrupa ülkelerine “Katil olan sizsiniz.” deriz. Ama icraata geldiğinde, “Batılıların işgal ettiği ülkelere NATO’nun şemsiyesi altında asker gönderir, destek verir ve Avrupa Birliği’nin talepleri doğrultusunda uyum yasaları imzalarız.
Kadın hak ve cinayetlerinden bahsedilince, “Kadınlar başımızın tacıdır.”, “Cennet annelerin ayakları altındadır.” deriz. Ama kadınların, birçok alanda hak kayıplarını görmez ve itiraz etmeyiz.
Gözlerini menfaat bürümüş kapitalist zihniyetli şirketlerin zaman zaman “doğa ve çevreyi tahrip etmesine” karşı çıkarız. Ancak icraata geldiğinde, verdiği tahribata bakmadan “Tüm madenleri çıkarmamız gerekiyor.” der, doğaya ve insan haklarına verilen zararı görmeyiz.
Vergi alırken, askerlik yaptırırken, Türk, Kürt, Alevi, Şafi Hanefi ayrımı yapmayız. Ama icraata geldiğinde Kürtlerin anadilde eğitim hakkını tanımaz, Alevi vatandaşlarımızın Cemevi taleplerini kabul etmeyiz
Kur’ān-ı Kerîm’i başımıza ve yüksek raflara koyarak saygımızı gösteririz. Hatimler indirir, hafızlar yetiştiririz. “Kur’ān-ı Kerîm’i güzel okuma” yarışmaları düzenler, dereceye girenlere ödüller veririz. Bina ve işyeri açılışlarını, düğün ve sünnet törenlerini Kur’ān’la açarız. Seçim meydanlarında Kur’ān’ı havaya kaldırırız, inşallahlar maşallahlar havada uçuşur. Ama icraata geldiğinde, birisi “Kur’ān-ı Kerîm sadece bir okuma kitabı değildir; Allah, (CC) hayatımızı Kur’ān’daki emir ve yasaklara göre dizayn edelim diye göndermiştir.” Derse, hakkında “şeriatçı, mürteci, gerici” diye soruşturma açar, memursa görevden atarız. Alimler, hocalar, vatandaşlar olarak, bu iki yüzlülüğü görmez, dini, imanı, Kur’ān’ı ve ezanı dillerine dolayan ve yaptıkları ahlâksızlık ve pisliklere örtü yapanlara iki laf etmez, üstüne destek ve hayır dualarımızı ihmal etmeyiz.
“Rüşvet, torpil, partizanlık, yolsuzluk, usulsüzlük, hırsızlık, yalan, talan, çalma, çırpma, israf ve savurganlık gibi her türlü ahlâksızlığa karşıyız.” deriz. Ama uygulamaya geldiğinde, rüşvete ‘hediye’; torpile ‘bizim adamımız’ deriz. Çalmayı ‘ihale’ kılıfıyla; israfı ‘itibardan tasarruf olmaz”la açıklarız. Belki birçoğunu kendimiz yapar, takım elbise ve kravatıyla devleti soyanlara meydanlarda alkış tutar, oyla destek veririz. Arada bazen küçük hırsıza tokat atar ama her zaman büyük hırsıza alkış tutarız.
Bu örneklerin sayısını artırmak mümkün…
Netice olarak, adil, barış içinde ve huzurlu bir hayat için samimi olacağız. Sözümüz ve icraatımızla bir olacağız. Temel ölçümüz, herkes için hak, hukuk ve adalet olacak. Kendimiz için istediğimizi başkası için de isteyeceğiz. Bize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmayacağız.
Vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.