Başkalarına adanan yaşam: Yalnızlık 2

Güçlü görünmek, insanları etkileme gayreti, fark edilir olmak, kendi varlığını başkalarının verdikleri değerde inşa etmek ve tüm bunları hayatın merkezine almak, insanın kendine ait dünyasının yetersizliğine işaret eder. Kendine yeterli dünyası olmayanlar, başka dünyalara koşarak, kendini tamamlamaya çalışır. Oralarda da, çemberin dışında hisseder, ait olamaz. Değerini başkasının gözünde arayanlar, varlığının benzersiz önemini unutur. Bencilce menfaatini, mutluluğunu kovaladığını sananların çoğu, başkalarının hikayelerinde kendi önemini arayanlarımızdır. Kalabalıkların, müziğin, gösterişin, kadınların, adamların, markaların, güçlülerin içinde kaybolmak zayıfların işidir, yalnızların değil. Temsilcileri arasında Kafka, Sartre, Albert Camus gibi isimleri sayabileceğimiz ‘varoluşçu’ düşünce, insanın tamamen özgür olması gerektiğinden bahseder.

Nietzsche, “Her insan, tarihte eşi bir daha tekrarlanmayacak biricik harikadır” derken tam da bu anlayışı tanımlar; her insan önce var olur (dünyaya gelir) sonrasında kendi özünü seçer… Öz seçiminde, hırsını, egosunu ya da başkalarını (onların gözünde güçlü, bilinir olma) düşünce merkezine alan biri, özgürlüğünü kendi boşluğunda çoktan kaybetmiştir. Modern insan, bencilce kendine hizmet ettiğini düşünse de, kendinden ve ‘kendi kitabında’ yazanları okuyacak derinlikten mahrum kalır. Ona bakıp bencil olduğunu düşünenler, sürüler içinde boğulup giden biri olduğunu göremeyebilir. Ama o kaybolmuştur. İnsanın özgürleşebilmesi, başka yerlerde kendini arama veya kendini kanıtlamaktan ziyade, sadece ona ait bir alanı oluşturabilmesi ile başlıyor. Bencillikten, ‘yapmak için yapma’lardan, arzularından, kendi değerini ‘başkalarını’ düşüncelerinde aramaktan sıyrılabilen insan, sürülerden kendini kopartabilecek ve kendi varlığını, özünü inşa ederek öz tatminini bulacaktır. Bu önemli meselelerdeki yokluk, yakın ilişkilerde ‘ötekisiz yapamama’ sendromuna neden olabilir.

Amerikalı ünlü şair ve yazar SylviaPlath, yine bir şair olan TedHughes ile evlenir. Büyük bir aşk yaşar. Plath öldükten sonra ortaya çıkan günlüklerinde eşinden bahsederken kullandığı birkaç ifade şöyledir. “Ted, biricik kurtarıcım…” “Onunla yaşamak hiç bitmeyen bir hikâye dinlemek gibi; karşıma çıkan en büyük yaratıcı zekâ onunki. O kafanın içinde giderek büyüyen âlemlerde sonsuza dek yaşarım”

SylviaPlath eşine karşı öylesine bir bağımlılık oluşturmuştur ki, kendi varlığının önemini ıskalamaktadır. Her şeyden önemli tek varlık eşi Ted’dir. Onun sayesinde yaşadığını hissetmektedir. Ancak eşini tapılası biri olarak gören Plath, evliliğinde yaşadığı sorunlarla birlikte büyük bir düş kırıklığına uğrar. Aldatıldığını öğrendiğinde ise dünya başına yıkılır. Başkasında inşa ettiği varlığı, gözleri önünden yıkılıp gitmektedir. Kendini unutması, ayrı bir dünya ya da birey olarak var olmayı ıskalaması, onun bir şair olarak üretim verememesine neden olur. Tüm bunlara dayanamayan SylviaPlath henüz otuz yaşında intihar eder. Kişinin kendine yeten dünyasında, kendine yönelerek ‘birey’ olarak yaşayabilmesi, başkasının davranışlarına göre hayat bulma eksikliğinden onu kurtaracaktır. Böylece sahip olduğu değerlerle, ‘ben’ i yaşayabilir. Ancak kendi değerini başkalarının gözünde aramak, etrafındaki kalabalık arttıkça yaşadığını düşünmek ve belki de ‘bencilce’ gözüken davranışlarla bunu sağlamaya çalışmak, sonsuz nafile bir çaba olmaya devam edecektir. Bu, içindeki boşlukları doldurmaya çalışan, bunu yaptıkça kendinden uzaklaşan, uzaklaştıkça boşlukları büyüyen insanı işaret eder. Bitti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi