Kürkçü: HDP’nin kapatılması Türkiye’nin kapatılması demek olur
HDP'nin kapatılması davasında hakkında 'siyasi yasak' talep edilen Onursal Genel Başkan Ertuğrul Kürkçü, savunmasında, "HDP’nin kapatılması Türkiye’nin kapatılması demek olur" dedi
HDP Onursal Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Anayasa Mahkemesinde HDP'nin kapatılması ve kendisinin de aralarında olduğu 451 kişinin "5 yıl boyunca siyasi partilerde etkinlik göstermek"ten yasaklanması istemiyle açtığı davada, yazılı savunmasını mahkemeye sundu. Gazeteduvar’da yer alan habere göre Kürkçü savunmasında kapatma davası için, "Anayasa Mahkemesi önünde görülmeye başlamış olsa da mutlaka, eninde sonunda yurttaşların birbirleriyle temasa geldikleri yerde, kamusal alanda, sokakta sonuçlanacaktır. Kazanacağımızdan kuşkum yok" diyerek haklarındaki hükmün toplum tarafından verileceğini belirtti. Kürkçü'nün savunması özetle şöyle:
“İktidar devletin zor aygıtlarını rakibinin üzerine sevk ediyor”
“Yargıtay Cumhuriyet “Başsavcısı'nın, Halkların Demokratik Partisi'ne karşı açtığı kapatma davası, mahkemeniz önünde yürütülmekte olan bir hukuksal işlem gibi görünmekle birlikte, özü ve esası itibariyle iktidardaki AKP-MHP-Ergenekon blokunun egemenliğini pekiştirme hamlesinin önünü kesen bir meşru muhalefet dinamiğini gayri meşru yollardan ve bir an önce bertaraf etmeyi hedefleyen bir siyasal saldırıdır. Bu davada mesele "suçu" ve "suçlu"yu tespit ve gereğinin yerine getirilmesi için Anayasa Mahkemesi Yargısı'na müracaat etmek değildir; mesele, iktidarın siyasal karşıtlarını, "zorun da karıştığı yöntemlerle" bertaraf etmeye ve bu maksatla devletin "zor" aygıtlarını rakiplerinin üzerine sevk etme meselesidir. Bu dava, devletin zor kullanma tekelinin meşruiyet zırhına büründürüldüğü yargı aygıtının en yüksek kurumunun araçsallaştırılması ve gayri meşru bir biçimde Halkların Demokratik Partisi üzerine sevk edilmesi maksadıyla Anayasa Mahkemesi önüne getirilmiştir. Bir siyasal tertiptir.
“HDP'nin 'suç'u alternatif anlatı sunmayı başarması”
"HDP'yi kapatma davası"nın bir tertip eseri olduğunu görmeye sadece Kobanê dava dosyasındaki "TEM belgesi" bile yeterli kanıt sayılabilir. Ancak bu tertibe neden ihtiyaç duyulduğunun doğru anlaşılması da en az bunun kadar önemlidir. İktidarın HDP'ye duyduğu öfkenin, hareketi berhava etme hırsının gerisinde yatan, HDP'nin "terörizm"e başvurarak kamu düzenini yıkmaya, "vatanı bölme"ye yönelmiş olması değil, tam tersine oyunun kuralları içinde kalarak, topluma resmi anlatıyı çelen bir alternatif anlatı sunmayı başarmış olmasıdır. Kırk yıllık "törörö" edebiyatının HDP'nin siyaset sahnesinde görünüşüyle birlikte ıskartaya çıkarılmak zorunda kalınmasıdır. HDP'nin toplumun çoğul, çok kimlikli, çok etnili, çok dinli, çok dilli, çatışan çıkarlara sahip sınıflardan oluşan hakiki karakterini tanıyan bir dille konuşmasının kabul görmesi, meşru kabul edilmesidir.
“HDP, açık siyasetin doğru yolundan yürüdü”
Sonunda HDP'ye vücut verecek olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 2011'den başlayarak, şiddet eksenli mücadele biçimlerine müracaat etmeksizin, demokratik ve barışçı siyaset yordamlarıyla halkın yaşadığı ve çalıştığı alanlarında inisiyatif, söz ve karar sahibi olmasının yollarını açan, meclisler temelinde kendi kendisini yönetmesine dayalı bir yeni siyaset tarzı ortaya çıkardı. Osmanlı Devleti'nden müdevver, kadim, iki kutuplu geleneksel siyaset alanını bir uçtan ötekine yaran üçüncü bir kutup oluşturdu. Kürtlerin demokratik özerklik talebiyle, Türklerin demokratik cumhuriyet talebi arasında bir köprü kurdu. Silahlı çatışmadan değil, tam tersine, "çözüm ve müzakere" sürecinden beslendi. Kürt halkının ve Kürt siyasetinin "barış" iradesinin rüzgarını arkasına alarak Türkiye'nin batısında Kürtlerin hak ve taleplerinin tercümanı oldu. HDP işte bu zemin üzerinde doğdu, yükseldi.
“HDP, 'üçüncü kutup'la birlikte doğdu”
HDP siyasetinin toplumsal onay kazanması, kendisini kabul ettirmesi etkinliklerinin şiddete dayanmasından değil, dayanmamasındandı. HDP "suç" işlemedi, yaptıklarının bugün suç sayılması, toplumsal olanı politikaya tercüme ederek kurulu düzenin ötesine bakması ama tamamen meşru bir yönelişle, iktidarın muhafazakâr ve adaletsiz toplum modelinin karşısına yenilikçi ve özgürlükçü bir ülke ve toplum tasavvuru üzerinde yükselen elle tutulur, samimi ve sahici bir siyaset ortaya koymasındandı. İktidar sahipleri, gizli gündemlerini cemaatlerin kuytuluklarında pişirir, kamusal alanda takiyyeyle sureti haktan görünürken HDP pervasızca açık siyasetin doğru yolundan yürüdü. Toplum bu siyaseti benimsedi, ödüllendirdi. "HDP kapatılsın" diyenlere arkasını döner, baraj altına gömerken HDP'yi ilk sınavı olan Haziran 2015 genel seçimlerinde omuzlarının üzerine alarak on yıllardır altına ittirildiği seçim barajının üzerinden aşırdı ve ona siyasal toplumun baş köşesinde bir yer sundu. Toplum "çözüm ve müzakere" sürecine destek verdi ve HDP'nin önünü özellikle bu süreçteki rolü dolayısıyla açtı. Bu mecrada kurulu düzenin hiç hesap etmediği ama HDP'nin varlık nedeni olan bir üçüncü kutup, bir üçüncü sosyo-politik eksen oluştu. Bu eksen Kürtlere, bu memleketin öz sahibi olma yetkisiyle Türkler'in yanı sıra açık kimlikleriyle fiili ve meşru bir hak mücadelesine girişmelerinin ve kendi kendilerini yönetmenin yolunu açtı. Kürt halkı hükümetin bütün Kürt oylarının kendisine akacağı zehabıyla kalkıştığı barış sürecine kendi geleceği için çok büyük bir manevi yatırım yaptı. Bütün ümitlerini, hayallerini, gelecek planlarını en az bir kuşak boyunca bir daha silahlı çatışmaya dönülmeyeceği varsayımı üzerine kurdu.
“Türkiye 'çözüm ve müzakere' döneminde 4 yılda 4 bin fersah yol aldı”
2011-2015 arasında Diyarbakır, Van, Mardin başta olmak üzere bütün kentlere yeni birer kent eklendi. Bütün Kürt kentleri büyüdü, insanlar yastık altındaki servetlerini ortaya döktüler, ev aldılar, ev sattılar. Özel okullar açıldı, dünyanın neresinde ne varsa Kürt kentleri kendilerinde de ondan olsun istediler. Oğulları ve kızları için başka bir gelecek hayali kurdular. Gençler çatışmalarda hayatlarını kaybedip doğdukları kentlere tabutlar içinde dönmediler. Kentin varlıklı kesimleri artık doğdukları topraklara yatırım yapmaya; önceki çatışma dönemlerinde göçmüş olan Asuriler, Süryaniler köylerine kentlerine geri dönmeye başladılar ve elbette siyasal temsilcileri olarak yüzlerini iktidar partisine değil HDP'ye döndüler, ne zaman oyları sorulsa kendi partilerine verdiler... Bu muazzam maddi ve manevi dönüşüm, bunların hepsi, silahlı çatışmaların askıya alındığı 2011-15 -özellikle 2013-15- döneminde oldu, Türkiye dört yılda, 4 bin fersah yol aldı. Bu anlamda, Türkiye'nin modern tarihini, bir bakıma "çözüm ve müzakere sürecinden önce" ve "çözüm ve müzakere sürecinden sonra", ya da "HDP'den önce" ve "HDP'den sonra" olarak da dönemselleştirmek pekâlâ mümkün.
“Bugünkü iktidar bloğu 7 Haziran gecesi kuruldu”
Ne var ki, insanlık için, ülke için, toplum için bir yeniden doğuş, bir yenilenme çığırı olan bu dönemde toplum elverişli toplumsal ve iktisadi gelişmelerin de katkısıyla hummalı bir biçimde bu hızlı gelişime denk düşecek yeni bir siyasal düzen arayışına girişirken, kurulu düzen gidişattan, düzenin bozulduğu, dile, dine ve etnisiteye dayalı "Türklüğün" tehdit altında olduğu sonucunu çıkardı. Bugünkü iktidar bloku 7 Haziran 2015 gecesi, HDP'nin barajı yıkarak Türkiye'nin üçüncü gücü olarak sahneye çıktığı, tek parti hakimiyetine son verdiği, Erdoğan'ın artık Devlet Bahçeli olmaksızın ayakta duramayacağının tam olarak idrak edildiği an kuruldu. Irkçılık ve siyasal İslam, Türkiye'nin ufkunda beliren "yeni yaşam"a savaş ilan etti. Bu savaşın esasen daha 2014'te planlanmaya başladığı 2017-18'de medyaya sızan "çöktürme harekât" planı belgeleriyle doğrulandı. Bu belgelerde HDP ima edilerek, şöyle deniyordu: "Bundan sonra asla iç tehdit olmayacak. Legal alanda örgütlenmesinin verdiği avantajlar, anayasanın kendilerine verdiği Anayasal hakları ve koruma zırhı terör destekçisi partiyi, dağdakilerden daha avantajlı duruma getirmiştir. Devletimizin ve milletimizin birlik ve bütünlüğüne kasteden bu hain grup, devlet olanaklarını da devletimize karşı kullanarak her türlü hokkabazlığı yaparak ülke bütünlüğümüzü tehdit derecesine varmışlardır." Açıkça görüleceği gibi, devletin güvenlik aygıtı, açık demokratik siyaset yaptığı, şiddetle iştigal etmediği ve bu siyaseti toplum tarafından ödüllendirildiği için hem HDP'yi hem toplumu cezalandırmaya hazırlanıyordu.
“HDP çöktürülemezse, Türkiye çöktürülemez”
HDP'nin iktidar blokunun hedefi haline gelişinin ve bu davanın Anayasa Mahkemesi önüne taşınmasının gerçek nedeni, HDP'nin tek parti istibdadına karşı TBMM'deki biricik meşru ve koşulsuz direniş odağı olması, geçmişe, savaşa, sömürgeciliğe, istibdada, otoriterliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve faşizme dönüş önündeki en esaslı sosyo-politik engel olmasıdır. HDP, açık, aktif ve meşru bir sosyo-politik güç olarak var oldukça ne dinin ne etnistenin başat olduğu bir restorasyon için çoğunluğun rızasının üretilemeyeceğinin, HDP çöktürülmedikçe Türkiye'nin çöktürülemeyeceğinin iktidar sahiplerince idrak edilmesidir.
“Amaç, faşizme tırmanışı zirveye ulaştırmak”
"HDP'yi kapatma davası" bugün Anayasa Mahkemesi önüne, iktidar blokunca bir yandan HDP'yi 2023 seçimleri öncesinde demokratik siyasette bir politik seçenek olmaktan çıkarırken, Anayasa Mahkemesini de faşizmin politik aparatı olarak yeniden tasarlamayı, mümkünse ondan tamamen kurtulmayı hedefleyen bir politik operasyonun parçası olarak getirilmiştir. Bu operasyonun başarıya ulaşması, beş yıldır süre giden ve toplumun kararlıkla geri püskürttüğü faşizme tırmanışın zirveye ulaşması demektir. HDP'nin kapatılması, Türkiye'nin "kapatılması", 100 yıldır süre giden demokrasi ve eşitlik mücadelemizin toplumsal ve politik kazanımları arasında tamamen budanamamış olanların da Türkiye toprağından kazınması demektir. HDP'nin kapatılmasının sonuçları, oluşacak politik vakum dolayısıyla başka bir zamanda kapatılan herhangi bir partinin yokluğunun sonuçlarından farklı olacaktır.
“HDP Türkiye'nin insanlık tarihine sunduğu özgün bir katkıdır”
Bütün bu nedenlerle, Anayasa Mahkemesi önündeki bu davanın nasıl sonuçlanacağı yalnızca HDP'nin meselesi değildir ve HDP de yalnızca HDP'den ibaret değildir. HDP Türkiye'nin modern tarihinde, sosyalizm ve devrimciliğin uzak görüşlülüğünün Kürt halkının kararlılık ve mücadele azmi ve işçi sınıfının organik aydınlarının yaratıcılık ve zekâsıyla, kadınların özgürlük kavgasıyla, ihmal edilen, dışlanan ve horlanan toplulukların onur isyanıyla birleşmesinden doğmuş istisnai bir politik deneyimdir. HDP, Türklerin ve Kürtlerin toplumsal muhalefet güçlerinin, Türkiye'nin bütün ezilenlerinin itirazlarıyla buluşarak oluşturdukları, uluslararası müktesebatta da bir benzeri olmayan, özgün -ve başarılı- bir siyasal örgütlenme deneyimidir. HDP Türkiye'nin insanlık tarihine sunabileceği uluslararası önem ve değere sahip pek az özgün siyasal katkıdan biridir. HDP doğuncaya kadar, dünyada ve Türkiye'de hiçbir politik hareket ezilen milletin özgürlük mücadelesiyle, toplumsal kurtuluş dinamiklerini, kadınların kurtuluşu davasıyla, işçilerin sınıf mücadelesini, mütedeyyin Müslümanlarla, LGBTİ aktivistlerini, bağımsız sendikal hareketlerle, Alevilerin özgürlük kavgasını, hiçbirinin özgün renk ve karakterini ötekine feda etmeksizin bu kuvvet ve süreklilikte bir araya getirebilmiş değildi. HDP'nin içinden doğduğu HDK'de bir araya gelen çokluk ve çoğulluğu hiçbir "terörist" örgüt 10 yıldır aralıksız süre giden resmi ve gayri resmi şiddet altında bir arada mücadele alanında tutmayı başaramazdı.
“HDP onursal genel başkanı sıfatının bedeli neyse ödenecektir”
Yaşadığım nispeten uzunca hayatın ima ettiği, kimi zaman kıl payı atlatılabilmiş risklere karşın sağ ve salim olarak partimizin programında ifadesini bulan "sınıfsız ve sömürüsüz" bir dünya mücadelesinde yer almayı hala sürdürebildiğim için bahtiyarım. Devrimci hareketimiz, siyasal mücadelemin daha en başında beni DEV-GENÇ genel başkanlığına seçerek taçlandırmıştı, 40 yıl sonra halklarımızın devrimci ve demokratik güçlerinin ortaklaştığı Halkların Demokratik Partisi kongresince sevgili Sebahat Tuncel ile birlikte partimizin siyasal alana çıkışına HDP Eş Genel Başkanları olarak yol göstermekle görevlendirilişimiz ve görevi devrettiğimiz Kongre'de HDP "Onursal Genel Başkanı" olarak taçlandırılmamla elbette gurur duyuyorum. Bu görev ve sıfatların külfetleriyle beraber gelmesinin siyasal mücadelenin doğası gereği olduğunu elbette biliyorum. Bu konumları ve bu sıfatları taşımanın bedeli neyse elbette ödenecektir ve üstelik bu bedeller bu mücadelede hayatlarını vermiş olanların ödedikleri yanında hiçbir şeydir.
“HDP'nin kapatılması Türkiye'nin kapatılması demek olur”
Bununla birlikte, HDP'nin kapatılmasından doğacak sonuçların kişisel boyutları, asıl büyük toplumsal ve politik boyutlar yanında önemsiz bir meseledir. Sözünü etmeye bile değmez. Yukarıda da açıkladığım gibi bu davanın merkezi sorunu, hangi görevde olursa olsun olsun HDP'de sorumluluk yüklenmiş kadın ve erkeklerin sonraki yaşamlarında maruz kalabilecekleri hak kısıtlamaları değildir. Mesele, partimizi var eden, maddi ve manevi katkılarıyla dev politik güçlerle boy ölçüşebilmeye muktedir bir politik hareket inşa eden milyonlarca taraftarımız, üyemiz ve gönüllümüzün özgürce seçme ve seçilme hakkının, siyaseten cezalandırılma telaşına kapılmış müflis ırkçı ve mezhepçiler iktidarı bir dönem daha Türkiye'ye musallat olabilsin diye gasp edilmesi meselesidir. Mesele, HDP'nin bu gayri meşru usullerle bertaraf edilerek faşizmin önünün açılması meselesidir. Buna Türkiye'nin bütün demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin bir kez daha dikkatini çekmek istiyorum: HDP'nin kapatılmasından iktidar dışında hiçbir politik ve toplumsal dinamik için bir fayda doğmaz. HDP'nin kapatılması Türkiye'nin kapatılması demek olur. Üstelik bu yalnızca Türkiye'nin meselesi de değildir; bu, rejimin ırkçı, fetihçi ve istilacı bir güç ve sürekli bir savaş ve yıkım dinamiği olarak bölge barışına ve uluslararası barışa vereceği zararlarla ilgili bir uluslararası meseledir.
“Faşizmi ve taassubu eninde sonunda yeneceğiz”
Bütün bu nedenler ve gerekçelerle Anayasa Mahkemesinin, adil bir yargılama sonucunda HDP'nin varlık ve haklarına herkesin saygı duymasını sağlayacak, demokratik standartları yükseltmeye ve kendi yargı alanını rejimin tahakkümünden korumaya katkıda bulunacak bir karara ulaşmasını diliyorum. Partimizin kapatılmasına sonuna kadar direnmeye kararlıyım. Türkiye'nin toplumsal ve demokratik güçlerinin, dünyanın dört bucağındaki uygarlık dinamiklerinin, HDP'nin taammüden yok edilmesi girişimine izin vermeyeceğine bu davayı kazanacağımıza ve faşizmi ve taassubu eninde sonunda yeneceğimize kalpten inanıyorum. İnsanlığı davamıza sahip çıkmaya çağırıyorum. Son sözümüz henüz söylenmedi...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.