“Dilin yetmediği yerde şiir yeni bir dil olarak doğar”
Şiirin hayatına bir cankurtaran olarak girdiğini belirten şair Cemil Denli, “İnsanları şiir yazmaya iten sebep, hâlihazırda var olan dilin mevcut sorunları karşılamaya yetmemesidir. Bu ortamda şiir yeni bir dil olarak doğar” dedi
Şair Cemil Denli, şiir yazımı, şiir dünyasına yaklaşımı, pandeminin yazı alanına etkisi üzerine konuştu. Gurbetin şiir üretimi üzerindeki çürütücü etkisine karşı mücadele ettiğini ifade eden şair Denli, “İnsanları şiir yazmaya iten sebep, hâlihazırda var olan dilin mevcut sorunları karşılamaya yetmemesidir. Böyle zamanlarda bağırmak, sağır kulaklara bile ulaşmak istersin. “Anlaşılmak zorundayım” diyorsun kendi kendine çünkü öteki türlüsünü kaldıracak halin kalmamıştır. Bu ortamda şiir yeni bir dil olarak doğar” dedi. Denli’nın Sur Ajans ile yaptığı söyleşi şu şekilde;
Cemil Denli kimdir?
Genel ve zor bir soru… Yazarlık açısından cevaplandırırsam eğer: Dil, edebiyat ve çeviri alanında kendini sürekli yenilemeye çalışan biri.
Şair Cemil Denli için şiir nedir?
Aslında kendimi roman yazma konusunda yetiştirdiğimi söylemeliyim. Bundan ötürü de yazı serüvenimin ilk başta roman yazmaya odaklı olacağını düşünüyordum. Öykü ve mizah yazmanın yanı sıra daha çok Fransız şiirinden çeviriler yaptığım bir dönemde, ülke koşulları gibi benim de koşullarım kısa süre içinde altüst oldu. Ve kendimi bir anda teorik olarak az çok bildğim fakat hiç denemediğim şiirin yoğun bakım ünitesinde buldum. Bir cankurtaran gibi imdadıma yetiştişmişti. Uzun yıllar şiir benim için bir laboratuar, test ve terapi merkezi görevi gördü diyebilirim. En az bir yıl süren şiirle terapi bende bağımlılık yaptı ve yazmaya devam ettim. Bu nedenle şiirin hayatıma bir cankurtaran olarak girdiğini belirtirsem abartmış olmam.
Şiir yazma serüvenini anlatır mısın?
Üniversite yıllarımın hemen akabinde girdi hayatıma ya da ben girdim onun hayatına… Şiirimin yönü de yolu da bu süreçte çizildi ve zaman içinde akarak kendi yatağını buldu. İlham kaynaklarından çok ülke koşulları sürükledi beni.
‘Mevcut dilin yetmediği durumda şiir yeni bir dil olarak doğar’
Sizi şiir yazmaya iten neydi? Şiirlerinizi nasıl bir atmosferde yazıyorsunuz?
İnsanları şiir yazmaya iten sebep, hâlihazırda var olan dilin mevcut sorunları karşılamaya yetmemesidir. Böyle zamanlarda bağırmak, sağır kulaklara bile ulaşmak istersin. “Anlaşılmak zorundayım” diyorsun kendi kendine çünkü öteki türlüsünü kaldıracak halin kalmamıştır. Bu ortamda şiir yeni bir dil olarak doğar. Ve bu yeni dilde kendi üslubunu yavaş yavaş kuruyorsun.
Şiirlerimin atmosferini, içinde bulunduğumuz çağın bireysel ve toplumsal sorunları oluşturur. Beni kişi olarak ait olduğum toplumun, içinde yaşamak zorunda olduğum toplumun rahatsızlıkları etkilemektedir.
‘Şiir beni tedavi etti ve özgürlüğümü geri verdi’
Hayatınızı kendiniz mi planladınız yoksa yaşadıklarınız mı sizi yönlendirdi?
Tabii ki hayata dair benim net planlarım vardı. Ama bugünkü hayatımın bir planlamanın ürünü olmadığını belirtmeliyim. Koşullar sürükledi. Mesela hiçbir zaman İsviçre’de yaşayacağım diye bir şey aklımın ucundan geçmedi. Hayat beni şirin kucağına ittigi gibi buraya da sürükledi. Ama şiirle İsviçre arasında önemli bir fark vardı. Şiir beni tedavi etti ve özgürlüğümü geri verdi; İsviçre ise köleleştirdi, üstüne de entelektüelliğimin tabutuna da çivi çaktı.
Uzun zamandır yurtdışında yaşıyorsunuz… Diasporadaki durum hakkında neler düşünüyorsunuz?
İzin verirsen bu genel soruyu sadece sanat ve edebiyat açısından cevaplamak istiyorum. İsviçre’nin sanat ve sanatçı açısından dünyanın en son tercih edilecek ülkelerinden birisi olduğunu belirtmek isterim. Diğer Avrupa ülkelerinde durum biraz daha iyi ancak bu konuda en elverişli ortamın İskandinav ülkeleri olduğunu söyleyebilirim. Sözünü ettiğim ülkelerde sanat ve sanatçıya verilen destek gerçekten saygı duyulacak bir düzeyde. Diaspora doğal olarak kelimenin kendisinin de çağrıştırdığı gibi çok dağınık. Her ülkenin kendine göre insanı sadece kendisiyle uğraştıran ve sürekli zihnini çoraklaştıran kural ve koşulları vardır. Bundan ötürü de ülkede son derece verimli ve üretken birçok insanımız buraya geldikten sonra bırakınız verimli olmayı sağlıklarını bile korumakta büyük güçlükler çekiyorlar.
‘22 yıldır cepten yediğimi itiraf etmeliyim’
Kürtçe şiirler yazıyorsunuz fakat Kürtçe konuşulmayan bir coğrafyadasınız… Bu eksikliği nasıl telafi ediyorsunuz?
Bu eksikliğin telafisi yoktur. 22 yıldır cepten yediğimi itiraf etmeliyim. Sadece bir avantajım vardı; bu da edebi olarak yetkin hale geldikten sonra bu ülkeye gelmekti. Yetkinlik sürecini tamamlamadan buraya gelen insan, sanatsal açıdan tamamen çürür gider. Benim yaptığım da telafi etmek değil, domuzdan kıl koparmaya çalışmaktır. Burada her şeyi cepten yiyorsun ama ilk geldiğinde birde ceplerini deldiriyorlar tabii. Edebi kapasitemin yüzde doksan dokuzunun burada heba olduğu gerçeğini dile getirmek isterim. Ürettiğim her şey, heba olmaktan kurtarabildiğimin o yüzde birin içine dahildir. Maalesef durum bu kadar açık ve üzüntü verici. Ama hiçbir zaman pes etmediğimi de ayrıca belirtmek isterim.
Belediye Çay Bahçesi’ndeki palmiyelerin altı…
Eskiden olduğu gibi Mardin’de yaşamayı düşünür müydünüz?
Mardin derken ben Kızıltepe olarak alıyorum sorunuzu. Orda iken de orayı yaşayamadım. Çünkü hem gelenekleri hem de onlara empoze edilmiş inanç ve alışkanlıklarıyla hiç bir zaman barışık olamadım. Ama insanlarıyla olan dostluk ve sevgi bağım bundan zarar görmedi. Onları yargılamadım, anlamaya çalıştım. Şu anda da hayatımın temel prensiplerinden biridir bu ’anlamaya çalışmak.’ Oradan aklımda kalan şunlar: Kışları soğuk ve dizlerine kadar çamura batıyorsun; yazları ise toz toprağın içinde kalıyorsun çarşıda. Benden sonraki yıllarda, iklim değişikliğinin etkisiyle, buna ek olarak toz bulutlarının oluştuğunu da belirtiyorlar. Bunu yaşamadım ama Süleymaniye ve Hewler sokaklarında birkaç kez tanık oldum. Kızıltepe’nin çamuru ve tozundan bin kat daha berbattı. Kızıltepe’de Tefecilik vardı birde… 8’inci ayın 1’inde, alacak verecek meselesi yüzünden çıkan ve bazen can kaybına bile neden olan nahoş olaylar her sene tekrarlanırdı. Yeterli terbiyesi olmayan, altlarındaki son model arabaları insanların üstüne üstüne süren ova köylerinin görgüsüz ve emeksiz zenginleri… Buna kadınların oturabilecekleri bir yerin olmayışını, erkek egemen kültürünü, Kızıltepe’nin Wilhelm Reich‘in Dinle Küçük Adam kitabından fırlamış gibi duran eğitimli, okumuş bağnaz erkeklerini de eklemek istiyorum. Suriye göçü ve siyasi hengame de cabası… Çok sevdiğim güzel şeyleri de vardı kuşkusuz. Mesela köylerde evlerin bahçeleri önünde kapı yoktu ve hiç kimseye size geliyorum demezdiniz, direkt girerdiniz içeri. O dönemin medrese kökenli birikimli, hoşgörülü ve hoşsohbet imamları ve hayat tecrübesiyle donanmış yaşlıların sohbetleri… Bir de çarşıda karşına çıkan, hiç tahmin edemeyeceğin ilk insanın, “hadi gel şurada bir çay içelim” deyişi… Kızıltepe’de tüm zamanlarının en sevdiğim yeri, Belediye Çay Bahçesi’ndeki palmiyelerin altı! Kâbemdi o palmiyeler. Birgün sağ dönebilirsem eğer, beni oraya tutkuyla çekecek tek şey bu palmiyelerdir… Ancak belediye tarafından barbarca bir soykırıma uğradıklarını 2020 yazında duyduğumda zıvanadan çıkar gibi oldum. Deli danalar gibi dolandım durdum uzun bir süre ortalıkta. 22 yıl boyunca her gece veya koltuğa her uzandığımda, otobüste uyuya kaldığımda, hemen o saniyede Kızıltepe’nin sokaklarına dalan benden; tarihi miras olan palmiyelerin soykırıma uğramasına doğrudan katılanları ya da bu olaya sessiz kalanları hoş görebilmeyi hiç kimse beklememeli. Benim için bu konuda orada o dönem yaşayan herkes birer şüpheli, potansiyel birer suç ortağı bu barbarlığın.
Gurbette olmanızın şiiriniz üzerindeki etkileri nelerdir?
Gurbette olmanın şiirim üzerinde hiçbir olumlu etkisinin olmadığını aslında tüm çabamın gurbetin aralıksız olarak süren çürütücü ve olumsuz etkisini sınırlamaya çalışmaktan ibaret olduğunu belirtmek istiyorum. Buranın sosyo-ekonomik durumunun bana yansıması budur.
Klasik ve modern Kürt şiirini karşılaştırdığında dil ve estetik açısından çoraklaştı mı yoksa zenginleşti mi?
Bu, cevabı çok zor olan bir soru. İlk önce, ömrü boyunca tüm kıtaların edebiyatlarından beslenmeye çalışan biri olarak Klasik Kürt edebiyatından doğru dürüst kaynak bulma şansımın olmadığı gerçeğini itiraf etmeliyim. Çünkü her şey bölük pörçük ya da kulaktan dolma idi. İkinci olarak da, ülkemden uzak yaşadığım için sadece başkalarına ait edebi eserleri değil, kendi eserlerimi de takip etmekte son derece zorlanıyorum. Gördüğünüz gibi, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için elimde veri yok, ama yalnızca bazı genelgeçer tahminlerde bulunabilirim. Onların da bir kıymeti harbiyesi yok.
Hayatınızdaki kaotik dönemlerinizle edebiyatınız (şiirlerin) arasında bir paralellik kuruyor musunuz?
İnsanlar istediği kadar kaotik ortamlardan geçmiş olsun, kişinin sağlam bir kültürel altyapısı ve deneyimi yoksa hiçbir işe yaramaz bu. Ama sağlam kültürel altyapısı olanı ayağa kaldırır, besler. Bu durumda kaosun büyüklüğü aynı zamanda üretimin gücüne de güç katabilir. Dünyada hepimizin bildiği birçok örneği var bunun. Hatta kaosların biçimi ve şiddetinin sanatsal akımları belirleme gücüne de sahip olduğunu belirtmek gerekiyor. Hem bir akımı başlatma hem de onu sonlandırıp başka bir akımın başlamasına zemin hazırlama gibi. Kaos ve toplumsal ihtiyaç belirleyici olabiliyor; yer, zaman, mekân ve sanatçıya göre…
Kürt şiirini tarihsel açıdan ne zaman veya kimle başlatabiliriz?
Kürt şiiri hakkında böyle bir tespitte bulunabilmek için Kürt edebiyatının bağımsız topraklara en az bir yüz yıl önce kavuşmuş olması gerekirdi. O zaman dünyadaki tüm kütüphanelere bakılır, kaybolmayan ne kalmışsa toplatılıp, artık ondan sonra bir yorumda bulunmak olanaklı olabilirdi. Şimdi Eliyê Herîrî veya başka birisinden bahsetmek bilimsel açıdan sakatlıklara yol açabilir. Bir de hâkim olmadığımız lehçeler ve onların yazıldığı alfabelerle ilgili sıkıntılarımız. Çoğu bilgimiz ya çok yetersiz ya da kulaktan dolma. Bu sorunuzun cevabı bende yok maalesef.
‘Feqiyê Teyran’la Louis Aragon sevdiğim şairlerden iki tanesi’
Şiirlerinizi izleyen hatırı sayılır bir Kürtçe edebiyat sevdalısı var… Siz kimleri okuyorsunuz?
Kürt, Türk ve dünya edebiyatından sevdiğim birçok şair var. Birinin adını vermek doğru olmayabilir. Çünkü birçok şiir vardır kendi şairinden çok daha öne geçen. Son yılları saymazsak, dünya şiirinde en az ulaşabildiğim şiirlerin başında Kürt şiiri gelir. Bir de diğer lehçelere hâkim olmadığımızı da hesaba kattığımızda durumun ciddiyetinin daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Buna rağmen Feqiyê Teyran’la Louis Aragon’un sevdiğim şairlerden iki tanesi olduğunu belirtmek istiyorum.
‘Günde en az 2-3 kez birkaç kilometre yürümeye çalışırım’
Şiir dışında nelerle ilgileniyorsunuz ve şu an neyle meşgulsünüz?
Şiir dışında mizah ve tiyatro yazarlığıyla ilgileniyorum şu an. Ve elimde bu ayın sonunda provalarına başlayacağım, yeni bitmiş “Zar Ziman Navê Apê Xelef” adlı bir stand-up gösterisi var. Sportif faaliyet olarak da dokuz yıldır İsviçreli arkadaşlarla bir voleybol grubumuz var. Tatiller hariç yaz kış demeden, bir okulun spor salonunda haftada bir voleybol oynuyoruz. Spor amaçlı değil ama yürüyüş benim için bir tutku ve aynı zamanda bir alışkanlıktır. Nerede olursam olayım günde en az 2-3 kez birkaç kilometre yürümeye çalışırım. Onun dışında bilardo, tavla, masa tenisi ve denizi severim. Bir de hayatımın vazgeçilmezleri olan çocuklarla vakit geçirmek, müzik dinlemek.
‘Kabataş ve önceki devirlerde yaşamak isterdim’
İkinci bir şans verilseydi hayatınızın neresinde başlamak isterdiniz?
Cemil Denli’ye bu verilmiş şansın yeterli ve genel olarak güzel olduğunu düşünüyorum. Tekrar bir şans verilse, monotonluğa girerdi ama kesinlikle bu şansı kaba taş veya daha önceki devirlerin birinde değerlendirmek isterdi.
‘Koronayı kendi reçetemle atlattım’
Korona virüs sürecinden nasıl etkilendiniz?
Bireysel olarak çok etkilendiğimi söyleyemem. Çünkü hiç takmadım ve kendimi özel olarak korumaya da çalışmadım. Sadece ilk dönemlerde modern tıbbın uzmanlarının yanı sıra alternatif tıp adına konuşanları da yeterince dinlemeye çalışarak, yakalanma riskine karşı kendime bir reçete hazırladım. Ve her yeni gelişmeyi de takıp etmeye çalıştım. 2022’nin ocak ayında koronaya yakalandığımda kendi reçetemle üç gün sonra virüsün direncinin kırıldığını ve yatağa dahi girmeden hastalığı atlattığımı belirtmeliyim. Bu sürecin en büyük sıkıntısı, insanlar arası ilişkilerin mahvolmasıydı. Doğal olarak beni de etkiledi, insanların paniği ve resmi önlemler… Buna rağmen 2020’nin yazında başka ülkelere tatile bile gitmekten çekinmediğimi söylemeliyim.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Sur Ajans ve soru soran tüm arkadaşlarıma; sırf bu söyleşi için gelip fotoğraf sıkıntımızı gideren sevgili arkadaşım Yakup Kamay’a çok teşekkür etmek istiyorum. Bir gün ülkede sevdiklerimle bir arada çay içebilmek dileğiyle.
Cemil Denli: 1968 yılında Kızıltepe’ye bağlı Sürekli köyünde dünyaya geldi. İlkokulu bu köyde, ortaokul ve liseyi Kızıltepe’de, üniversiteyi Ankara Hacettepe Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde okudu. 2000 yılından beri İsviçre’nin Zürih kentinde yaşamakta. Kürtçenin yanında iyi düzeyde Fransızca ve Türkçe, orta düzeyde de İngilizce ve Almanca bilmekte.
Kitapları: Tav û Leylan (Güneş ve Serap): Şiir 2005 – Bajar Yayınları, Sêva Delalî (Şımarık Elma): Mizah 2006 – Belki Yayınları, Min Hêsir Vexwarine Ji Reşika Çavên Te (Gözlerinin Karasından Yaşlar İçmişim): Şiir 2012 – Belki Yayınları, Destûra Bê û Baranê Helbesta Reşbelek (Rüzgarla Yağmurun İcazeti: Ala Şiir): Şiir 2014 – Belki Yayınları.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.