Prof. Dr. Erdem: Atatürk Kürtlere özerklik tanımıştı; şimdi de mümkün
YENİGÜN HABER – 2007 yılında dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla kurulan anayasa komisyonunda yer alan 6 kişiden biri olan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde akademisyen olan Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, yeni ve sivil bir anayasanın Türkiye’nin olmazsa olmazlardan olduğunu söyledi.
Yeni anayasada Kürt sorununun tamamen çözülmesi için Kürtçe anadilde eğitimin önünün açılması gerektiğini savunan Fazıl Hüsnü Erdem, Kürtçe eğitimin yasal güvenceye alınması gerektiğini ve 1921 anayasasında olduğu gibi muhtariyet ve özerkliğin de Kürtler için tanınması gerektiğini ifade etti.

Rudav’dan Maşallah Dekak’ın sorularını yanıtlayan Anayasa hukukçusu Fazıl Hüsnü Erdem, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Anayasa taslağında 42. maddeyi kaldırdık
2007 yılındaki sivil anayasa çalışmalarında 42. maddenin son fıkrasında yer alan ve Kürtlerin kendi ana dilinde eğitim görmelerini yasaklayan 42. maddenin son fıkrasını hazırlanan yeni taslakta kaldırdıklarını belirterek şunları söyledi:
“İki aylık bir süre içerisinde bir taslak metin hazırladık. Bu akademisyenlere ait taslak bir metindi. Ve o metin sonra AK Partili yetkililerle bir görüşme yaptık. Ortak bir görüşme yaptık. AK Parti'nin metni haline getirilmesi için. Son toplantının akabinde bizim hazırladığımız taslak partinin metni haline dönüştürülemedi. O dönem bizim tabi sonradan öğrendiğimiz kadarıyla AK Parti'nin kapatılacağına ilişkin tehditler geldiğinden dolayı dönemin başbakanı da o anayasa taslak metnini rafa kaldırıyor. Bizim o anayasa taslarını hazırlamamızdan 6-7 ay sonra AK Parti hakkında bir kapatma davası da açıldı.”
Yürütülen süreç ve yeni anayasa tartışmalarına da değinen Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, “Kürt meselesine ilişkin Kürtlerin bugüne kadar Kürt siyasi hareketi olsun gerekse genel olarak Kürtlerin üç temel talebi var. Bir vatandaşlık tanımının değiştirilmesi. Çünkü vatandaşlık Türklükle tanımlanıyor. Türkiye'de yaşayan bütün Kürtler Türk vatandaşı olarak algılanıyor. Halbuki Türklük etnik bir kimliğin ifadesidir. Bu nedenle Kürtler haklı olarak vatandaşlık maddesinin değiştirilmesi gerektiğini talep ediyorlar. İkincisi ana dilde eğitim hakkını yasaklayan, anayasada yer alan 42. maddenin son fıkrasının kaldırılmasını istiyorlar. Üçüncüsü de yerel yönetimlerin güçlendirilmesi talebi. Yani ademi merkeziyetçi bir yönetim tarzının kabul edilmesi. Çünkü nihai tahlilde Kürt meselesi dediğimiz bu kimlik meselesi, bir egemenlik meselesidir. Egemenliğe ortak olma meselesidir. Ya da başka bir ifadeyle kendi kendini yönetme. Yerelde de olsa kendi kendini yönetme hakkının kendisine tanınmasıdır. İşin özü bu. Dolayısıyla mevcut anayasadaki idari özellik merkezi otoritenin vesayetiyle sınırlandırılmış. Bunun yumuşatılması, özerkliğin daha genişletilmesine ilişkin talepler vardır” dedi.
Dünyada 200'e yakın ülkenin çok azında etnik kimliğe dayalı vatandaşlık tanımı yapıldığını belirten Erdem, “Sadece 3-5 anayasada bu var. Biri Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıdır. Türklükle tanımlamış. Kimi anayasalar işte Araplıkla tanımlamış vatandaşları. Müslüman olmakla tanımlamış falan. Yani dünyada çok az sayıda böyle bir uygulama var.” Şeklinde konuştu.
Devlet Bahçeli’nin vatandaşlık tanımı nötr
Erdem, “Bu süreç ile ilgili çıkış daha önce Kürtlük, Kürt kimliği, Kürt meselesi karşısında katı bir tutum izleyen Devlet Bahçeli'den geldi Bu sürecin bir anlamda mimarı pozisyondadır. Devlet Bahçeli' de geçen Mart ayı içerisinde Türk Gün gazetesindeki üç günlük bir tefrikası vardı. O tefrikanın birinde şunu söyledi. Yani hepimizi şaşırtan bir ifade. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir. Mükemmel. Nötr bir kavram? Ne Türk var, ne Kürt var, ne Arnavut var, ne Arap var, kimseyi ifade etmemiş. Yani vatandaşlık eksenli bir düzenlemeyi öngörüyor. Bunlar sevindirici gelişmeler. Yani özellikle Devlet Bahçeli'nin böyle bir tanımı getirmesi, bunun olabilirliğine vurgu yapması, eski başbakanlardan Hakeza Binali Yıldırım'ın bunu söylemesi önemlidir diye düşünüyorum.” dedi.
‘Üniter yapının fetişleştirildiği, tabulaştırıldı’
Mevcut anayasanın 127. maddesi aslında yerel yönetimlerin yerinden yönetim ilkesi çerçevesinde yönetileceğini tanımladığını belirten Prof. Dr. Erdem şunları söyledi:
“Bu önemli bir ifade. Özerkliği güçlendiren bir idari özellik tanıyor ama merkezi otoritenin bu yerel üzerindeki vesayetini de öngörüyor. Bir vesayetin olduğunu anayasa açıkça söylüyor. Ama buna rağmen aslında bugüne kadar mevcut iktidarın uyguladığı kayyum ataması aslında bu 127. madde ile bağdaşmayan bir uygulamadır diye düşünüyorum. Yani yasada bir değişiklik yapıldı ama o yasadaki değişiklik mevcut anayasayla bağdaşmayan. Yani bugünkü uygulama mevcut anayasanın dahi gerisindeki bir uygulamadır diye düşünüyorum. Şimdi özelliğe ilişkin tabii Türkiye'de çok sert bir muhalefet var. Üniter yapının fetişleştirildiği, tabulaştırıldığı, konuşulmasının, tartışılmasının yasaklandığı bir ülkedeyiz, bir toplumdayız. O nedenle bunun çok makul gerekçelerle anlatılması gerekiyor.
‘Atatürk Kürtlere özerklik tanımıştı’
Hiç şüphesiz Kürtler açısından düşünüldüğünde bu Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkının tanımasıdır diyeceğiz. Nitekim Mustafa Kemal aynı şeyi söylemiş. Yani 1923 yılında Mustafa Kemal'in İzmit'te basın mensupları ile yaptığı toplantıda dönemin gazetecilerinden Ahmet Emin Yalmağan -önemli bir isimdir. - O soruyor. Diyor ki paşam bu Kürt meselesini ne yapacağız? Nasıl çözeceksiniz diyor. 23 yılının başı. O da diyor ki biz zaten anayasayla, 1921 anayasasıyla, teşkilatı esasıyla, kanunla bu sorunu çözdük diyor. Kürtlerle Türkleri birbirinden ayrı etmek mümkün değil diyor. Harput'tan Sivas'a, Konya ovalarına varıncaya kadar her iki unsur da muhteliktir, iç içe geçmiştir diyor. Ayrılık mümkün değil diyor. Ama diyor zaten biz 1921 anayasasına özerkliği koyduk, muhtariyet koyduk. Dolayısıyla Kürtler kendi kendilerini yönetmiş olacaklar. Bu çok önemli. Ve 1921 anayasası sosyolojik meşruiyeti yüksek bir meclis tarafından hazırlanmış. Ve bu muhtariyet konusu, özerklik konusu konuşulduğunda kimse itiraz etmemiş. Anayasa taslak metninin öngördüğü özelliğin ötesine gidilmesi gerekliliği dahi söylenmiş. Anayasa 23 madde, bir de ek madde var. 24 maddenin 14 maddesi özerkliğe ayrılmış. Neden ayrılmış? Çok basit. Kürtlerin desteğini kazanabilmek için. Burası çok çok önemli. Bir milli mücadele yürütülüyor. Bu mücadele Türklerin ve Kürtlerin mücadelesidir. Mecliste bu çok açıkça ifade ediliyor. Hatta vatandaşlığa ilişkin tartışmalar olduğunda da bu mecliste artık söz sahibi olacak Türkler de Kürtler de söyleniyor.”
‘Özerkliğin yeniden tanınması mümkün’
1921 anayasasında tanınan muhtariyet veyahut özerkliğin yeniden tanınmasının mümkün olduğunu ifade eden Erdem, “Şimdi o zamanki hassasiyet neydi? Milli mücadeleyi birlikte yürütmekti. Çünkü zaten Osmanlı darmadağını olmuş. Anadolu'da Türkler, Kürtler kalmışlar. Bunların birlikteliği bir zorunluluk olarak ifade ediliyor. Ve bu birlikteliği sağlayabilmek hem milli mücadele sürdürülürken hem de sonraki dönemde, birliği sağlayabilmenin gereği olarak özellik öngörüldü. Aynı ihtiyaç bugünün içinde söyleniyor. Yani bugün ne oldu? Geçen yıl yaklaşık bir yıl oldu. Ekim ayının biri itibariyle başlayan bir süreç var. Aynı hassasiyet var. Orta Doğu'da gelişmeler yaşanıyor. Türkiye'nin bölünme, devletin bekasının tehlikeye girmesi söz konusu deniyor. Birlik ve beraberliğe ihtiyacın olduğu bir dönem. Bunu devam ettirebilmek, birliği ve beraberliği sağlayabilmek için bir takım anayasal ve yasal reformların yapılması gerektiğini Devlet Bahçeli ifade etti.
Mademki bütünlüğü sağlayabilmek için bir şeyler yapmamız gerekiyor, o zaman nasıl ki özellik tanımışsa bugün içinde tanınması gerekiyor. Yani Kürtlerin istediği özerklik de bir federasyon düzeyinde bir şey değil. Yani bir bağımsızlık istenmiyor, federasyon istenmiyor. Mevcut düzenlemenin daha da genişletilmesi isteniyor. Yani 21 anayasasındaki düzenleme... Güzel bir düzenlemedir. Anayasanın metninde hem merkeze ait yetkiler sayılıyor hem de yerele ait yetkiler sayılıyor. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çıkaracağı kanunlar çerçevesinde bu özerkliği kullanacağı vilayet meclislerinin olması… Mesela Diyarbakır'ı bir vilayet olarak düşünelim, bizim seçilmiş olduğumuz parlamento olacak. Bugünkü belediye meclisi gibi. Orada parlamento olacak. Kanunlara aykırı olmamak, anayasa aykırı olmamak kaydı ile tarımdır, turizmdir, sağlıktır, eğitimdir, vakıflardır, sosyal yardımlaşmadır bu tip konularda yetki meclisin olacaktır? Yani bizim seçmiş olduklarımızın çıkardığı kanunlarla, kararlarla, yapacağı hukuki düzenlemelerle biz yönetilmiş olacağız. Ya o zaman öyleydi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.