Diyarbakır’da korona virüsü ile imtihan
Bütün dünyayı tehdit eden korona virüsüne rağmen Diyarbakırlıların tamamı sokaklardan çekilmedi. Korona virüsünü en az hasarla atlatabilmek için esas iş hükümete düşüyor. Hükümet, “evde kal” çağrısı yaptığında, evde aç kalmayacaksın güvencesini de verebilmeli insanlara
Vecdi ERBAY
DİYARBAKIR YENİGÜN - “The Walking Dead” dizisinin bir sahnesinde Rick, harabeye dönmüş şehrin insansız caddelerinde at üstünde ilerler. Fırtınada savrulmuş gibi caddeleri kapatan araçlar, nasılsa ayakta kalmış ama yine de büyük bir kavgadan geriye kaldıklarını hatırlatan binalar ve sessizlik. Sadece atın nal sesleri yankılanıyor beton boşlukta. Rick’in yüzündeki endişe ifadesi sessizliğin tekin olmadığını, birazdan feci bir sürprizle karşılaşacağını gösterir izleyiciye. Derken Rick, caddelerden birini dönerken “Aylaklar”la burun buruna geliyor. “Aylaklar” nedenini bilmediğimiz bir felaketin ürünüdürler. Öldükten sonra dirilen insanlar, türleri dahil her canlıya büyük ve muhtemelen bilinçsiz bir oburlukla saldırıyorlar. Dağkapı’dan Gazi Caddesi’ne dönerken karşılaştığım kalabalık, sevdiğim bu sahneyi hatırlattı. Çünkü korona virüsünün kalabalıkta bulaşma tehlikesi çok yüksekti ve karşıma çıkan kalabalık, Rick’in hissettiği korku kadar olmasa da tedirgin etti beni.
Bu kadar insanın ne işi olabilir ki Gazi Caddesi’nde?
Tamam, insanlar tarafından önceleri pek ciddiye alınmamış olabilir söz konusu tehlike. Değil mi ki hükümet ve televizyon programlarının gediklisi kimi şahıslar da pek ciddiye almamış ve korona virüsü bizi teğet geçer havasındaydı. Ama hükümet ağır aksak ve yarım yamalak da olsa korona virüsüne karşı bazı tedbirler almaya başladı. Korona virüsü yüzünden hastalananların ve ölenlerin sayılarını Sağlık Bakanı her gün açıklar oldu. O halde insanlar neden sokakta?
Gazi Caddesi’ndeki ‘aylaklar’
Aslında Gazi Caddesi’nde gördüğüm kalabalık karşısında şaşırmamalıydım. Çünkü az önce geçtiğim Şeyh Said Meydanı da kalabalıktı. Polis aracı, meydanda top oynayan 20 yaşın altındaki gençleri uzaklaştırıyordu. Banklarda oturanları “evde kalın” diye uyarıyordu. Ama nafileydi, meydan boşalacak gibi değildi. İnsanlar gider gibi yapıyor, polis aracı uzaklaşınca meydana geri dönüyor, Nisan güneşinin keyfini çıkarıyorlardı. Gazi Caddesi Suriçi’nin en popüler caddesi. Ayrıca Diyarbakır’da yaşadığınızı hissetmek istiyorsanız bu caddeye çıkmanız yeterli olacaktır. “İnsanlar neden sokakta?” sorusunun cevabı da bu gerçeklikte belki. Çünkü kafe ve lokantaların tamamı korona virüsü yüzünden kapalı. Yani tarihi bir mekanda oturup çay kahve içeyim, eşim dostumla iki çift lafın belini kırayım gibi bir şansın yok. Ama işte, insanlar Ulu Cami’nin önünde fotoğraf çektiriyor, bomboş Hasan Paşa Hanı’na girip çıkıyor ya da caddede ağır adımlarla volta atıyorlar. Bunlar “aylak” kesimi temsil ediyorlar ve hem kendi sağlıklarını hem de diğer insanların sağlığını pervasızca tehlikeye atıyorlar. Çerezci ya da aktarlardan alışveriş yapanlar bir ihtiyacı gideriyorlar ama dükkanların önünde ve içinde fiziksel mesafe kuralını sonuna kadar ihlal ediyorlar. Ellerine geçirdikleri eldivenlerin, yüzlerine taktıkları maskelerin bir kıymeti harbiyesi kalmıyor böylece. Maskesizler belki “Bana bir şey olmaz” diye düşünüyor ama kim bilir belki de maske satışları yasaklandığı için maske bulamamışlardır. Sokakta maske kullanan kadınların oranı erkeklere göre yüksek. Kadınların tehlikeyi ciddiye aldığını söylemek mümkün ama erkeklerin kayıtsızlığı tehlikeyi ne kadar bertaraf edebilir ki.
Kenger koronaya karşı
Sokak satıcılarının büyük çoğunluğu caddeyi terk etmek zorunda kalmış. Çığırtkanlık yapanlar rahatsız edici olabiliyorlardı ama sanki onlarsız da biraz eksik kalıyor cadde. Yine de bir kenger satıcısına rastlamak mümkün oluyor. Satıcı, “Korona için en iyi ilaç kengerdir” diyor. Ben fotoğraf çekerken., elindeki kengeri ısıran adam, “Doğru söylüyor” diyor. Hemen dibimde duruyor adam. “Hani fiziksel mesafe?” diye düşünüyorum ama nafile, adamla birlikte çektik fotoğrafları. “Fotoğraflar nasıl?” diye soruyorum. Belki ciddi sordum ya da adam sesimdeki alaycılığı ciddiye almadı, “Güzel” dedi, kengerinden bir ısırık daha aldı. Çiçek açan badem ağaçları baharın geldiği müjdesini verir. Kenger de öyle. Karacadağ’dan toplanıp sokak satıcılarının tezgahında göründüyse kenger, bilin ki Nevroz’a az kalmıştır, bahar gelmiştir.
‘Açlık koronadan daha tehlikeli’
Sokakta Milli Piyango satıcısı varsa geleceğe dair umutlar, hayaller de vardır. Yine de “Koronaya rağmen kimse bilet alıyor mu?” diye sordum bilet satıcısına. “Alıyorlar” dedi. “İyi” dedim, “Demek hâlâ umudunu koruyanlar var.” Ayak üstü sohbet ediyoruz ve satıcıya, “Virüs çok sinsi ve çok kolay bulaşıyor. Kalabalık caddede bilet satmaktan korkmuyor musun?” diye sordum. “Açlık koronadan daha tehlikeli” diye karşılık verdi. “Bilet satışlarından yüzde alarak geçiniyorum. Bir gün sokağa çıkmasam eve ekmek girmeyecek. Bana ayda bin lira versinler, sokağa çıkmayayım.” Milli Piyango idaresi bayileri sigortasız çalıştırıyormuş, bunu da satıcıdan öğreniyorum. Satılmayan biletlerin iade edilmediğini, parasının satıcılardan tahsil edildiğini de öğreniyorum. Bunun üzerine bir bilet satın aldım, 23 Nisan’da zengin olabilirim, diye düşünmeden. Bunun yerine, günlük geçinen insanlara “evde kal” demenin gerçeklikle hiç bağdaşmadığını düşündüm. Evde aç kalmanın nasıl bir şey olduğunu kaç kişi düşünmüş olabilir ki. Piyangocu kolonya uzatıyor, “Yüzde 80 alkollü” diyerek. Geri çevirmiyorum. Hayatım boyunca kullanmadığım kolonyayı son bir ayda kullandığımdan eminim.
Mesafeleri ayarlama görevi
Önünden geçtiğim pazar yeri kalabalıktı. Hafta sonu sokağa çıkma yasağı konulacak. Yasak, bu kez iki saat kala değil, bir hafta önceden duyuruldu. İnsanlar da sokağa çıkma yasağına erken hazırlık yapıyor olmalı. Pazar esnafı maskeli ve eldivenliydi ama müşterilerin yarısı maskesizdi ya da maskelerini doğru kullanmıyorlardı. Ve kalabalıkta fiziksel mesafe sıfırdı elbette. Bir vakitler Nevroz’un kutlandığı alan baharla birlikte yemyeşil olmuştu. Öyle anlaşılıyor ki güneş kendisini gösterince insanlar burada vakit geçirmeye başladılar. Gruplar halinde dip dibe çimlerde oturmuş, muhtemelen korona virüsünden korunmanın yollarını konuşuyorlar. Seyyar çaycı çay servisi yapıyor. Arada maskeli birileri görünmese, korona virüsü tehlikesi neredeyse hiç hissedilmeyecek, öyle bir rahatlık gözlemleniyor. Mahalledeki çocuklar top oynuyorlar sokakta. Binaların önünde insanlar gruplar halinde toplanıp sohbet ediyorlar. Nerden çıkıp geldiğini göremediğim genç bir adam bir tepside çay servisi yapıyor hızlıca. Polis aracı geliyor. Top oynayan 20 yaş altındaki gençler ara sokaklara kaçışıyorlar. Polis araçtan bağırıyor çocuklara, “Kaçma, buraya gel” diyerek. Çocukların anne babaları pencereye, balkona çıkıyorlar. Polis aracı gidiyor, çocuklar sahaya dönüyor, anne babalar ev içine çekiliyorlar. Oysa mesafeyi polis değil insanlar kendileri ayarlamalı. Ancak bu şekilde gerçek bir korunma sağlanmış olur.
Tedbir alalım ama nasıl?
Diyarbakır korona virüsünü ciddiye almıyor gibi bir çıkarsama yapılabilir bu manzaradan. Virüs tehlikesini kim bilir hangi özgüvenle ciddiye almayan insanlar vardır mutlaka. Ama Diyarbakır’da genel bir tedirginlikten söz etmek de mümkün. Olanağı olanlar işe gitmiyor, sokağa çıkmak zorunda kalınca gerekli tedbirlerini alıyorlar. Ama elbette insanların kendi başlarına aldıkları bu tedbirler yeterli değil. Korona virüsünü en az hasarla atlatabilmek için esas iş hükümete düşüyor. Hükümet, “evde kal” çağrısı yaptığında, evde aç kalmayacaksın güvencesini de verebilmeli insanlara. Korona virüsü ile verilen imtihana yurttaşların yanı sıra hükümet de dahildir. Polis istediği kadar sokaklarda 20 yaş altı ve 65 yaş üstü insanları kovalasın, imamlar camilerden günde 5 vakit “evde kalın” desin, bunlar açlık korkusunun önüne geçmeyecektir. Açlık korkusu herkes için çok tehlikelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.