Roma'nın doğudaki son garnizonu Dara | İskender ve Darius'un savaşına tanık olan kent
AHMET SÜNBÜL
Türkiye'nin sayılı antik harabelerinden biri olan Dara kenti, malesef yeterince gün yüzüne çıkarılmadığı ve turizme kazandırılmadığı için, batıda bulunan Efes, Troya, Perge, Side, Asos, Termssos, Alizanoi gibi antik kentler gibi günümüze kadar ilgi görmemiş ve geri planda kalmış bir tarihi değer.
Mardin'in simgelerinden biri olan Dara kenti adını bir dönem Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'ya hükmetmiş Makedonya kralı Büyük İskender ile Pers Kralı III. Dairus'un savaşına tanık olan ve ismini bu savaşta ölen kral III. Darius'tan alır. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, antik Dara kentinin M.Ö 400'lü yıllarda kurulduğu tahmin edilmektedir.
Dara kentinin tarihi hakkında bilgi veren 13. yüzyıl Süryani tarihçi Abu-l Farac (Bar Hebraeus), Hellen Kralı Büyük İskender ile Pers Krali Darius'un bu bölgede savaştığını ve Darius'un burada öldüğü için kentin adının Dara olarak bilindiğini yazar.
Dara olarak bilinen kent, antik kaynaklarda Yunanca bir terim olan “Daras” olarak geçmektedir ve tarihi kayıtlarda ilk kez, Parth Kralı I. Arsakes’in kurduğu bir kent olarak M.S. 3. yüzyılda yaşamış antik yazar Iustinus Frontinus tarafından şu şekilde aktarılmaktadır: “…Arsakes Parth devletini kurdu, askerler topladı, kaleler inşa etti ve kentlerini güçlendirdi. Zapaortenon Dağı'nda Dara diye adlandırılan bir şehir kurdu ki, hiçbir yer bu yerden daha güvenli veya daha hoş olamazdı. Çünkü savunulmasına ihtiyaç duyulmayan, pozisyonu güçlü dik kayalar ile kuşatılmıştı ve bu yerin etrafındaki bereketli topraklarından elde edilen ürünleri depolanıyordu. O kadar bol miktarda akarsu ile beslenen kaynaklar ve o kadar çok ağaçlık vardı ki bir avın takibinin tüm hazları ile doluydu.”
Stratejik öneme sahip bir kent
Dara, M.Ö. 3. yüzyıl ortalarından M.Ö. 1. yüzyıla kadar Parth ve Seleukos Krallıkları arasında el değiştirmiştir. M.S. 6. yüzyıl başlarında küçük bir yerleşim olan Dara, Doğu Roma İmparatoru Anastasius (491-518) tarafından garnizon kent olarak seçilmiş ve kentte 503-507 yıllarında inşa faaliyetleri yürütülmüştür. Anastasius kurduğu kente adını vermiş (Anastasiopolis) ve Dara’yı Mezopotamya Bölgesi’nin idari ve askeri merkez üssü haline getirmiştir.
Dara, 577-591 ve 606-620 yılları arasında Sasani İmparatorluğu hâkimiyetine girmiş, M.S. 620 tarihinden MS 639 tarihine kadar Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kalmıştır.
Dara'nın İslam ordularının eline geçmesi
Dara, İslam ordusu komutanlarından Iyaz bin Ganem komutasındaki ordu tarafından savaş yapılmadan 639-640 yılları arasında ele geçirildikten sonra, Dara ve o bölgede İslam hakimiyeti başlamıştır.
Dara ve çevresi Müslümanların eline geçtikten sonra tarihi Nusaybin olmak üzere bir çok Roma kenti fethedilir.
18. yüzyıla zaman zaman terk edilen ama çoğunlukla ekonomik ve ticari yönden canlı bir yaşamın sürdüğü Dara'da yapılan kazılarda, mezarlarda bulunan Arapça yazılı Abbasi Dönemi’ne (750-1258) ait sikkeler ve güney Sur'un kuzeyinde yapılan kazılarda ele geçirilen Emevi-Abbasi Dönemi seramik
parçaları ortaya çıkarıldı. Roma dönemi ve daha sonra İslam hakimiyeti sonrasında Dara, Mardin ve Nusaybin'e göre daha güçlü ve ticari açdan önemli bir avantaja sahip bir kent konumundaydı.
Metropolitanlık merkeziydi
Suriyeli Süryani Ortodoks Kilisesi Patriği Michael, 8. ve 11. yüzyıllar arasında Dara’nın bir metropolitan merkezi olduğunu ve metropolitanlıkların dönemlere göre isimlerini vererek Dara’nın Ortaçağ içerisinde de önemli bir yerleşim yeri olduğunu
aktarmaktadır. Dara’nın Nusaybin ve güneydeki ovalar yanı sıra Cezire ve Musul’dan gelecek saldırılara karşı stratejik konumu sebebiyle savunma oluşturan önemli bir kent olduğu Ortaçağ’da da görülmektedir. Ayrıca, Romalıların Ortaçağ içerisinde Dara ve çevresinden hiçbir zaman vazgeçmediği görülür. Roma, 10. yüzyıldan Türklerin Anadolu’ya gelişine kadar ki dönemde, Müslüman ordularıyla kısmi başarılı savaşlar sonucunda bir çoğu günlük toprak kazanımları elde etse de daha öteye gidememiş, bu yüzden Dara ve çevresinde de önemli bir etkiye sahip olamamıştır. 14. yüzyıl
gezgini İbn Battuta Dara'yı ziyaretinde buranın harabe halinde ve terk edilmiş olduğunu yazar. 17. yüzyılda Dara'yı gezen Avrupalı seyyah J.B. Tavernier ise kale, kilise ve sarnıçların izlerinin halen bulunduğunu yazar.
Dara'da ortaya çıkarılan tarihi ve kültürel değerler
Dara'da 19. yüzyılda yapılan kazılarda mezarlıklar, su sarnıçları, kale duvarları, kaya mezarları ortaya çıkarılır. Burada yapılan kazılarda Pagan kültürüne dair bulgular ortaya çıkarılır.
Dara'da ortaya çıkarılan tarihi değerdeki kalıntılardan bazıları şunlar:
Dara'da Nekropol denilen mezarlık alanında yapılan kazılarda kentin inşası için taş ocağı kullanıldığı ve düzgün taş kesimi ile mezarlıkların yapıldığı görülür. Dara’nın en etkileyici yapı gruplarından biri, ana kayanın yontulmasıyla oluşturulan mezarlarıdır. Kentin batısında uzanan geniş tepelerde, doğal kaya kütlesi oyularak derin ve geniş vadiler biçiminde kaya mezarlık alanı oluşturulmuştur. Bu alanda 3 farklı mezar tipi bulunmaktadır. Bunlar, kaya mezarları, lahit tipli mezarlar ve basit sanduka mezarlardır.
Bu dönemde ölüler, Pagan ve Mitra kültünde kayadan doğduğuna inanılan Tanrı Mitra’ya ithafen yeniden doğuş inancı ile kayaya oyulan mekânlara gömülürdü. Dara’daki halk Hristiyanlığa geçmesine rağmen pagan geleneklerine ve bu oda mezarlara çoklu gömü yapma geleneğine bir süre daha devam etmiştir. Romalı için bu mezarlar, ruhların öteki dünyadaki mekânlarıdır. Ölen kişinin ruhu bu mekânda oturacak ve korunacaktır. Roma dönemi mezarları bu anlayış ile şekillenmiştir. Hristiyanlığın yaygınlaşması ile basit sanduka mezarlara gömü başlamıştır.
Büyük Galeri Mezar
Kaya nekropol alanında, boyutları, planı ve iç düzenlemesiyle en dikkat çekici yapı, tamamen ana kayaya oyularak düzenlenmiş olan üç katlı geniş mekândır. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgene yakın planlı yapının üst katı; batı, güney ve doğu kenarlarda devam eden bir koridor/balkon şeklinde düzenlenmiştir.
Yapının kuzeyindeki anıtsal girişin alınlığında bitkisel süslemeler ile birlikte dinsel sahneler işlenmiştir. Kutsal kitaplarda “ruhlara nefes verilmesi ve yeniden dirilişin” canlandırıldığı Ezekiel (ölüleri dirilten peygamber) sahnesinin işlendiği bu galeri mezar, 577 istilasından sonra Sasaniler tarafından savaşta öldürülen kendi halkına ithafen, 591’de sürgünden dönen Doğu Romalılarca yapılmıştır.
Surlar
Kentin, üzerine kurulduğu üç büyük tepeyi çevreleyen yaklaşık 4 km uzunluğundaki sur duvarlarının 2.8 km’lik kısmı net olarak takip edilebilmektedir. Yapılan ölçümler sonucunda, ortalama sur duvarlarının genişliği 3.70-3.80 metre olup duvarlar içten ve dıştan düzgün kesme taşlarla örülmüştür. Dara’da iç sur ve dış sur olmak üzere iki sur sistemi üzerinde 28 kule bulunmaktadır ve ayrıca doğuda yer alan surun yaklaşık 20 metre kadar doğusunda da hendekler bulunmaktadır.
Dara’nın görkemli sur kalıntıları, I. Anastasius (491-518) ve I. Iustinianus (527-565) Dönemleri’ne aittir. 530 yılında İmparator I. Iustinianus Dönemi’nde duvarların yüksekliği yaklaşık 29 m’ye ulaştırılmış, ikinci bir kat oluşturularak mazgallara ve okçu pencerelerine yer verilmiştir. Günümüzde yapılan kazı çalışmaları sonucu surların en yüksek korunduğu seviye yaklaşık 15 metre olarak ölçülmüştür.
Kapılar
Dara’da, şehrin sur sistemi üzerinde dört yönünde de ana kapı izlerine rastlanmaktadır. Bu kapılar; Güney, Kuzey, Doğu ve Batı Kapısı olarak isimlendirilmekte ve şehrin güney ve kuzeyinde Kurdis Nehri’nin surun altından geçtiği kemerli bölümler içinde de Kuzey ve Güney Su Kapıları yer almaktadır. Su, kente kuzey sur duvarlarına açılan kemerli açıklıklardan girer. Çift sıra demir parmaklıkla örülen bu açıklıklar büyük ölçüde sağlamdır. Suyun kenti terk ettiği güney su kapısında da benzer bir mimari görülmektedir. Şehrin dört girişi olan kapıların her iki yanında da büyük kuleler vardır. Çift kuleli kapı olarak adlandırılan bu kapı türleri, genelde girişleri daha güvenli tutmak amacıyla yapılmış örneklerdir. Kapılarda yapılan ölçümler sonucunda, kapı genişliklerinin yaklaşık 5 metre olduğu anlaşılmıştır. Su kapıları ise 1.50 metre genişliğinde ve 3.70 metre derinliğindedir.
Agora Caddesi
Kentin güney kapısından itibaren büyük blok taşlarla döşenmiş olan cadde, güney kapıdan başlayarak kuzeye doğru 45-50 metre kadar uzanmaktadır ve yaklaşık 5.80 metre genişliğindedir. Kent içinde nehir boyunca uzanan caddenin, doğu kenarı dereye bakarken batı kenarı boyunca bir portiko ve arkasında dükkânların/atölyelerin bulunması ve caddenin İpek Yolu ile bağlantılı konumu, Mezopotamya’dan gelen ticaret kervanlarının buradan giriş yaptığını ve alanın kentin alışverişi için ayrılan kamusal bir alan olduğunu göstermektedir. Bu alanın kuzeyindeki tarla, bahçe gibi özel mülk alanlarında yapılan yüzey gözlemleri, caddenin kuzeye doğru nehrin doğal kıvrımına paralel olarak devam ettiğini göstermektedir. Büyük blok taşlarla döşenmiş olan cadde, yaklaşık 5.80 metre genişliğindedir.
Kent içinde nehir boyunca uzanan caddenin, doğu kenarı dereye bakarken batı kenarı boyunca bir portiko ve arkasında dükkânlar bulunmaktadır. Agoradaki kazı çalışmaları sonucunda 9 adet dükkan ve bu dükkanlar ile ilişkili 6 adet mekan ortaya çıkarılmıştır. Dükkanlar, kuzey-güney yönlü uzanan agoraya bitişik bir biçimde yan yana sıralanmıştır. Genelde kare planlı olan yapıların yaklaşık 5 x 5 metre ölçülerinde olduğu gözlemlenmiştir. Doğu duvarları sağlam olarak günümüze gelen dükanların diğer duvarları ise farklı dönemlerde yeniden inşa edilmiştir.
Sarnıçlar
Yüksek dağlardan gelerek depolanan ve su ihtiyacını karşılamak üzere kanallarla tüm kente dağılan su sistemleri ve sarnıçların, kentin savunmasında da önemli bir yeri olmuştur. Kent, özellikle Sasani orduları tarafından kuşatıldığı ve dışarıyla irtibatının kesildiği dönemlerde, bu su kaynakları sayesinde uzun süre direnebilmiştir. Sasaniler, Dara’nın surlarını geçememiş ve bu yüzden de Dara’ya kuzey yönden gelen Kurdis Nehri üzerinde setler inşa ederek Dara halkının ve içinde yer alan Romalı askerlerin susuz kalmasını ve kenti savaşmadan teslim etmelerini beklemişlerdir. Ancak, dağlardan gelen suları sarnıçlara depolayan Roma askerleri, bu kuşatmalara uzun süre direnebilmiş ve doğal bir kaynak olan suyu Sasaniler’e karşı silah olarak kullanmışlardır.
Maksem (Su deposu)
Maksem, kentin akropolünün güney yamaçlarına, ana kaya içine oyularak yapılmıştır. Su, makseme 4 km mesafeden kanallarla kuzeydeki tepelerin üzerinden getirilmiştir. Toplanan su, kanallar vasıtasıyla kentin yapılarına ve diğer sarnıçlara dağıtılmıştır. Bu yapı, birbirine paralel, üstü beşik tonozla örtülmüş, doğu-batı yönünde uzanan 10 adet hücre-odadan oluşmaktadır. Her bir hücre 50 metre uzunlukta, 4 metre genişlikte ve 18 metre yüksekliğindedir.
Köprüler
Dara’da, kentin içinden geçen dere üzerinde 4 köprü bulunmaktadır. Bunlardan 3’ü şehrin içinde, biriside güney kapısının dışında, Nusaybin yönünden gelenlerin kapıya ulaşabilmeleri için yapılmıştır. Köprüler, benzer biçimde, kesme taş örgülü ve yuvarlak kemerli inşa edilmiştir. Surlar içinde en güneyde bulunan doğu – batı yönlü köprü halen sağlamlığını korumakta olup, 3 kemeri de görülebilmektedir.
Batı 1 Sarnıcı
Bu sarnıç, kentin batı surlarının bitişiğinde yer alır ve yakın çevresindeki yapıların su ihtiyacını karşılamak için inşa edilmiştir.
Batı 2 Sarnıcı
Batı sarnıcının güneybatısında, ana sur duvarının dışında yapılmıştır. Bu sarnıcın, şehrin içine alınmayan ticari kervanlara ve nekropol alanına hizmet verdiği düşünülmektedir. Çapraz tonozlu tavana sahip yapı, iki dikdörtgen taş paye ile taşınmaktadır. Bu sarnıçta, 16 metrelik dolgu toprağı müzemizin yürüttüğü kazı çalışmaları ile boşaltılmıştır.
Kilise-Zindan Sarnıç
Agora caddesinin yaklaşık 100 metre kuzeybatısında kalan büyük sarnıçtır. Düzgün kesme taş duvarlı sarnıcın orijinal girişi doğu cephesindedir. Bağlantılı yapıların ve yan mekânların hâlâ toprak altında olmasına ve yapının üstünde sonradan bir ev inşa edilmiş olmasına rağmen, yapı görkemini hâlâ korumaktadır. İki katlı yapının üzerinde şehrin katedrali bulunmakta olup bugün sadece batı kısımdaki bir duvarı ayakta kalmıştır.
Tarihçi Prokopius’a göre Dara’da iki önemli kilise vardır. Bunlardan birisi “Büyük Kilise” diğeri, “Bartholomeo Kilisesi”dir. Tarihçi Theodora Lector’a göre, Aziz Bartholomeo, I. Anastasius’un rüyasına girmiş ve şehrin korunmasını istemiştir. Bunun üzerine I. Anastasius, Bartholomeo’nun kemiklerini Kıbrıs’tan Dara’ya getirtmiştir. Dara’da, 14. yüzyıla kadar Süryani Metropolitliği’nin de merkezi bu katedral olmuştur.
Vaftiz Teknesi
Büyük Kilise’nin kuzeydoğusunda iyi korunmuş bir vaftiz havuzu vardır. Yetişkinlerin Hristiyanlığa geçişi için yapılan Vaftiz havuzunun her iki tarafında basamaklar bulunmaktadır. Havuzun içine giren yetişkinin, havuzun içinde bekleyip arınmasından sonra diğer tarafında bulunan basamaklardan çıkmasıyla tören tamamlanırdı. Vaftiz töreninde kişinin eski günahlı yaşama ölmesi, yeni ve pak bir yaşama doğması simgelenir.
Dara'daki mozaikli yapılar
Dara antik kentinde yapılan kazılarda mezarlar, çarşı, su sarnıçlarının yanı sıra Roma dönemine ait mozaikli yapılar da ortaya çıkarılmıştır. Mozaikli yapılardan biri büyük kaya mezarlık alanının 50 metre kadar güneyinde yer almaktadır. Roma İmparatoru I. Anastasius Dönemi’ne ait olan bu yapının tamamı henüz açığa çıkartılamamıştır.
Yapının doğusundaki odalar, mozaik döşemeyle kaplı olup bu odalar kuzeyden güneye doğru alçalan kodlarda oluşturulmuştur. Mozaik kompozisyonunda çoban, bitki ve hayvanların resmedildiği bir sahne ve ortasında 11 satırdan oluşan bir yazıt yer almaktadır. Yazıtta şehrin 507 yılında I. Anastasius’a ithafen Diyarbakır kiliselerinin katkısı ile kuruluşu aktarılmaktadır.
Dara'da ikinci mozaikli yapı ise güney surun yaklaşık 20 metre kuzeyinde ortaya çıkarıldı. Mozaik alanı yaklaşık 8.5 x 7.5 metre ölçülerindedir. Dört tarafı duvarlarla çevrili olan yapının tabanı mozaiktir. -Mozaiğin genelinde bezeme olarak balık pulu motifi işlenmiştir. Renk olarak ise sadece kırmızı ve beyaz renkler kullanılmıştır. Mozaiğin çevresi bezemesiz düz bir bordür ile sınırlandırılmış ve bordürün iç tarafı yarım daire şeklinde yapılmış balık pulu motifi ile şekillendirilmiştir. Bu pulların ortasında kırmızı, etrafında ise beyaz renkteki teseralar kullanılmıştır.
İslami Dönem Mezarları ve Türbe
Nekropol alanında Rus-Çeçen savaşından (1870) göçerek Dara’ya yerleşen ve geçirdikleri salgın bir hastalık sonucu hayatını kaybeden Çeçenlerin mezarları, orta alandaki tepe üzerinde yer almaktadır. Ayrıca, kentin doğusundaki tepe üzerinde yer alan baldaken planlı mezarın (Türbe) etrafında da çok sayıda müslüman mezarı bulunmaktadır. Bu mezarların, İslam fetihleri ile birlikte mezarlık alanı olarak belirlenmiş olduğu düşünülmektedir. Mezarlar, 7. ve 14. yüzyıllara tarihlenmektedir.
Düzgün kesme taştan, baldaken tarzında yapılan, 4 ayak üzeri kubbe ile örtülü türbenin kime ait olduğu ve ne zaman yapıldığına dair herhangi bir yazılı belge mevcut olmamakla beraber, yapı üslubu itibariyle 14.-15. yüzyıl eseri olduğu düşünülmektedir.
Dara keşfedilmeyi bekliyor
Antik dönemden kalan ve onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Dara kenti malesef günümüzde hak ettiği değeri bulamamış ender yapılardan biri. Geniş ve planlı bir kazı yapılmaması nedeniyle Dara antik kenti halen gizemini koruyor. Batı'da Dara il aynı yıllarda inşa edilen antik kentler turistik gezilerin göz bebeği olurken, Dara kendi kaderine terk edilmiş gibi duruyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın girişimleri sonucunda Dara antik kenti turizme kazandırılan bir yapı olmakla ve her yıl turistlerin ziyaretine uğrasa da hak ettiği değeri göremeyen Mezopotamya'nın anıtsal ve kültürel değerlerinin başında yer alıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.