Takım elbiseden çıkan hikâye

Takım elbiseden çıkan hikâye
Büyük bir gayretkeşlikle düşman icat edilen bir zamanda, Suka Şewitî’nin Terzi Yusuf’u Yunanlı gazeteci Evangelos’a takım elbise dikti. Dostluk, terzilik...

Büyük bir gayretkeşlikle düşman icat edilen bir zamanda, Suka Şewitî’nin Terzi Yusuf’u Yunanlı gazeteci Evangelos’a takım elbise dikti. Dostluk, terzilik ve umuda dair bu hikâye, bu takım elbiseden çıktı

Vecdi ERBAY

DİYARBAKIR - Evangelos, masadaki herkesten izin istedi, “Şimdi gitmem gerekiyor” diyerek. Diyarbakır’dan ayrılacaktı ama uçağına daha saatler vardı. Neden böyle erken gidiyordu? “Terzi Yusuf’a gideceğim” dedi. Dediğine göre Terzi Yusuf’la, daha önceki bir gelişinde, Suka Şewitî’de (Yanık Çarşı) dolaşırken tesadüfen tanışmıştı. Sohbet etmişler, Diyarbakır’ı, terziliği, gazeteciliği konuşmuşlar. Diyarbakır’a her geldiğinde Yusuf’a uğrar olmuş Evangelos. Sonunda bir gün, Yusuf, “Sana bir takım elbise yapmak istiyorum” demiş Evangelos’a. Ölçüleri alınmış, kumaş ve kumaşın rengi seçilmiş. Evangelos çekip gitmiş sonra, bir daha Diyarbakır’a ne zaman geleceğini bilmeden. Yusuf, yine de hazırlamış takım elbiseyi ve teslim etmek için gazeteci Evangelos’un bir kez daha Diyarbakır’a gelmesini beklemeye başlamış. Evangelos, İstanbul’a dönmeden önce Yusuf’u görecek, bir süre sohbet edecek ve takım elbisesini alacaktı. Suriçi’nde oturduğumuz kafeden, uçağına kalkmasına saatler olmasına rağmen, işte bu nedenle erken ayrılıyordu Evangelos. Giderken Yusuf’la tanışmamı da tembih etti, “Hikâyesini yazabilirsin” diyerek.

Kim dost kim düşman

Terzi Yusuf ile Yunanlı gazeteci Evangelos Aretaios’un dostluk kurmuş olması ilgimi çekmiş ve mutlu etmişti beni. Çünkü Türkiye medyası, büyük bir gayretkeşlikle her gün yeni bir düşman icat ediyor. “Özellikle adına “Barış Pınarı Harekatı” denilen savaştan sonra neredeyse dost ülke, dost millet kalmadı”. Terzi Yusuf ile Yunanlı gazeteci Evangelos Aretaios’un Diyarbakır’da kurdukları dostluk, düşmanlık tohumlarının ekildiği coğrafyada sevginin hâlâ boy verdiğini göstermesi açısından umut vericiydi. Suka Şewitî’nin labirent gibi sokakları vardır. Ulu Cami tarafındaki giriş kapılarından birinden içeri girdim. Karşıma çıkan ilk terziye, Terzi Yusuf’u sordum. Adam üşenmedi, elindeki işi bırakıp dükkandan dışarı çıktı. Arka sokakta bir dükkanı işaret etti, “Soldaki dükkan Terzi Yusuf’undur” dedi. Dükkan yakındı. Terzi Yusuf’u çok aramak zorunda kalmamıştım. Birkaç yıldır “dostum” dediğim Evangelos’a yakınlık gösteren bir adamı merak ediyordum. Dükkanda, kalıplı bir genç müşterisi vardı Terzi Yusuf’un. Kendimi, Evangelos’un gazeteci arkadaşı olarak tanıttım. Hemen buyur etti, küçücük dükkanda bir sandalye ayarladı ve “Bizim çarşının çayı çok güzeldir ama isterseniz başka bir şey de söyleyebilirim” dedi. Çayın iyi olduğundan neredeyse emindim. Az sonra çarşının emektar çaycısı çayları önümüze koyduğunda yanılmadığımı anlamıştım. Çaycının sağ yanağı, iltihaplı dişinden dolayı şişmişti. Canının nasıl yandığını, diş ağrısı çekmiş biri olarak tahmin ediyordum. Buna rağmen işini aksatmamış, konuşmakta güçlük çekse de çayları hürmetle taburenin üstüne bırakmayı ihmal etmemişti.

Tesadüften takım elbiseye

Evangelos’un adını duyunca sevgiyle gülümsemişti Terzi Yusuf. Nasıl tanıştıklarını ise bir alet göstererek, şöyle anlattı: “Dükkanda bununla kumaşı ters çeviriyordum. Başımı kaldırınca camın arkasında Evangelos ile gazeteci arkadaşı Eleni’yi gördüm. İçeri davet ettim ve yaptığım işi yapmayı denesinler istedim. Eleni yaptı. Sonra çay içtik ve dost olduk. Onlar Diyarbakır’dan ayrıldıktan sonra da sürekli haberleştik. Buraya her geldiklerinde uğradılar bana.” Eleni, kendisi için elbise yapsın istemiş Yusuf’tan. “Çok isterdim ama ben erkekler için takım elbise dikerim. Kadınlar için hiç elbise dikmedim bugüne kadar” diyor Yusuf. Ama elbette Eleni’yi boş göndermemiş. Ölçüler ve model alınmış, kadın elbisesi diken bir terziye teslim edilmiş. Sonuç iyi olmuş. Yusuf, “Bu çarşıdaki her terzinin ustası olduğu bir iş vardır” diyor, “Kimi sadece gömlek diker, kimi şalvar kimi de benim gibi takım elbise. Gömlekçiye gidip ceket istesen bana gönderir. Bir de tamirat işleri yapanlar vardır. Onlar sökük diker, pantolonun paçasını kısaltır. Gömlek, pantolon istesen dikmez, komşusuna gönderir.”

Çarşıda geçen 30 yıl

Evangelos’u hep spor kıyafetleri içinde görmüştüm. Takım elbise nereden gelmiş olabilirdi aklına? Yusuf, “Ben anlamıştım, para kazanmamı istiyordu” diyor. Evangelos, Yusuf’a para kazandırmak istediğinden söz etmemişti ama Avrupa’da elbise diktirmenin çok pahalı olduğunu söylemişti. Nedeni ne olursa olsun, sonunda Evangelos’un Diyarbakır’da dikilmiş bir takım elbisesi vardı. Hiçbir katkım yoktu ama arkadaşıma kendim bir takım elbise armağan etmişim kadar memnundum bu durumdan.

Arkadaşıma takım elbise diken Terzi Yusuf kimdi peki?

Yusuf Tan çok küçük yaştayken Mardin’in Nusaybin ilçesinden Diyarbakır’a taşınmış ailesi. Birkaç yıl sonra, şimdi hayal meyal hatırladığı babası vefat edince, anneleri tarafından yetiştirilmişler. Yaşı 80’nin üzerinde olan annesinden sevgiyle, saygıyla söz ediyor, “Çok emek verdi çocuklarına” diyor. Yusuf Tan çekirdekten terzi. Dediğine göre 30 Yıldan uzun bir süredir bu pasajın içinde alınteri döküyor. Çıraklık, kalfalık, derken usta olmuştu. Sadece iki yıl uzak kalmış çarşıdan. Bu süre içinde Adana’ya yerleşmiş ve fırında çalışmış. Sonunda, “Ben terziyim, bu mesleği seviyorum” diyerek geride bırakmış Adana’yı da fırıncılığı da.

Kim gider terziye?

Hazır giyim o kadar çok yaygınlaştı ki kim gider terziye diye herkes düşünüyordur benim gibi. Yusuf Tan, “Parası olan gelip elbise diktiriyor” diyor gülerek. Hazır giyimden daha pahalıymış terzide dikilen elbiseler. “Kumaşını seçiyorsun, ölçülerini aldırıyorsun, istediğin şekilde diktiriyorsun. Bundan keyif alan insanlar var” diyor. Başka? Bir de boyuna ve kilosuna uygun hazır elbise bulamayanlar terzinin kapısını çalıyor elbette. Ama şu da var: Terzilik giderek cazibesini kaybeden bir meslek. Yusuf Tan, “Daha önce 4-5 kişi daha vardı bu dükkanda çalışan. Çünkü iş vardı. Şimdi tek başıma idare edebiliyorum dükkanı” diyerek terzilik mesleğinin eski keyfinin kalmadığını dile getiriyor.

Suriçi’ndeki asma ağacı

Suriçi’ndeki mahallelerde sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar başlayınca 4 ay boyunca açamamış dükkanı. Dükkan kapalı olsa da borçlarını kredi kartıyla ödemeye devam etmiş. Çatışmalar bitmiş ama sorunlar hemen bitmemiş elbette. Yıllardır kumaş aldığı İstanbul’daki tüccarlar, “Borçlarını aksatmadan ödedin ama bölge riskli” diyerek kumaş vermek istememişler önce. Sonra da, “30 bin liralık değil, 10 bin liralık kumaş verebiliriz” demişler. Olası bir krizde kayıplarının çok olmasının önüne geçmek düşüncesiyle. Devletin en üst kademesinde bulunanlar, Sur esnafının kayıplarını telafi edeceklerini defalarca vaat ettiler. Ancak Yusuf Tan, sadece 3 bin lira destek aldığını söylüyor. Banka kredisi almak için başvurduğunda ise iki memur kefil istenmiş ve başka bürokratik işler de çıkınca kredi çekmekten vazgeçmiş. Yusuf Tan, “Dükkan küçük olduğu için kumaşların bir kısmını annemin Hasırlı mahallesindeki evine bırakıyordum. Çatışmalar başladı, ev yıkıldı ve kumaşlar da gitti. Zarar olarak gösterdiğimde fatura istediler. Her şey çok mantıksızdı, nerden bulacaktım faturayı” diyor. Annesinin Hasırlı mahallesindeki evi iki katlıymış. Yusuf Tan da evleninceye kadar bu evde yaşamış. Çatışmalardan sonra izin alarak mahalleye, evine bakmaya gitmiş annesiyle birlikte. Evin bir kısmının tamamen yıkıldığını görmüşler. Oysa bir komşuları, çatışmalar bittiğinde evlerinin sapasağlam olduğunu söylemiş. “Demek ki çatışmalardan sonra yıktılar” diyor Yusuf Tan. Evin içinden bazı fotoğraflar gösteriyor. Manzara berbat. Ama beni en çok üstüne yıkılmış bir beton bloka direnen asma ağacının direngenliği etkiliyor. Daha sonra asma ağacı sökülüyor, ev dümdüz ediliyor tabi. Bu evin karşılığında TOKİ’den bir ev almışlar, üste para vererek. “Bütün çocukluğum ve hatıralarım orada kaldı” diyor Yusuf Tan.

Siyasi espri ile terziler geldiler

Biz sohbet ederken çarşının emektar çaycısı bir iki kez daha çay getirdi, boşları alıp gitti. Sohbete katılmaya istekli görünmüyordu. Bu, sanırım iltihaplanmış dişinden kaynaklanıyordu. Sessizce geldi ve sessizce gitti hep. Terzi Yusuf’la sohbet daha uzun sürebilirdi, eğer vakit akşama doğru ilerlemese ve müşterileri gelip gitmese. Ayrıca biraz daha bekleyecek olsak yemek davetine de itiraz etmek imkansızlaşacaktı. Yine de, “Terzi söküğünü dikemez, diyorlar. Sen söküğünü dikiyor musun?” diye sormadan edemiyorum. Tiril tiril giyinmişti Yusuf Tan, kendi söküğünü diktiği belliydi ve zaten kendisi de onayladı bunu. “Söküğüm olsa elimdeki işi bırakır onu dikerim. Yoksa rahat edemem” dedi. Kareli bir ceket vardı üstünde ve bu kareli ceketleri kimin moda haline getirdiğini konuştuk. “Onun ceketleri binlerce dolar değerindedir” dedi Yusuf Tan. Bu modayla ilgili siyasi espriler yaptık ama uzatmadık elbette, ne olur ne olmaz, diyerek. Gülerek ve yeniden buluşmak üzere ayrıldık Yusuf Tan’la. Ama bütün bu sohbet sırasında aklımda hep bir şiir vardı, bir an önce okumak istediğim. Bu şiir, elbette Turgut Uyar’ın “Terziler Geldiler” şiiriydi. Dönüp okudum bilmem kaçıncı kez. Siz bulup tamamını okuyun şiirin, ben son dizesini buraya bırakmakla yetineyim:

“Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…”

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.